+ Konu Cevaplama Paneli
1 den 9´e kadar. Toplam 9 Sayfa bulundu

Konu: 43 Kişiyi Öldürmüş 50 Yıl Hapis Yatmış Antepli Abdullah Palaz(Gerçek Olay)

  1. #1
    Emekli Admin entegre taninmis sohret sahibi uye entegre taninmis sohret sahibi uye entegre taninmis sohret sahibi uye entegre taninmis sohret sahibi uye entegre taninmis sohret sahibi uye entegre taninmis sohret sahibi uye entegre taninmis sohret sahibi uye entegre taninmis sohret sahibi uye entegre taninmis sohret sahibi uye entegre taninmis sohret sahibi uye entegre taninmis sohret sahibi uye entegre - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Dec 2005
    Nerden
    ATLANTİS
    Yaş
    48
    Mesajlar
    4.612
    Post Thanks / Like
    Teşekkür
    321
    Thanked 5.110 Times in 932 Posts
    Tecrübe Puanı
    6209

    43 Kişiyi Öldürmüş 50 Yıl Hapis Yatmış Antepli Abdullah Palaz(Gerçek Olay)

    43 Kişiyi Öldürmüş 50 Yıl Hapis Yatmış Antepli Abdullah Palaz(Gerçek Olay)

    bu hikayede okuyacaklarınız Abdullah Palaz'ın gerçek hayat hikayesidir..

    Kırka yakın ceza evinde ve elli yıla yakın yatmış olman Abdullah Palaz(antep canavarı) olarak tanınan abdullah dayıdan iyi kim bilebilir ceza evlerini?toplam 43 kişiyi öldürmüş olan abdullah dayının hayatı gerçekten ibret verici.. çünkü hiç kimse durup dururken bir başkasını öldürmez.. işlenmiş olan yüz cinayetin doksanını inceledegimizde tek suçlunun öldüren olmadıgını görürüz.. insanlara ellerinden gelen her türlü kötülügü yapıp onları madur etmekten zevk alan yeterince namussuzun var oldugunu hepimiz bilmekteyiz..

    biz dönelim yine ceza evlerine ve abdullah dayının cezaevlerinde maruz kaldıgı haksızlıklardan bazılarını kendi azından dinleyelim..

    SÜRGÜNLER

    abdullah dayı, Konya ceza evine geldiiginde namı kendinden önce gelmişti. ardında yedi cinayet vardı.ama onun adına faili mechul cinayetlerde anlatılıyordu. bu durumda abdullah palaz 10-15 kişinin katili olarak görünüyordu ve adı konya ceza evinde "antep canavarı"na çıkmıştı..

    konya ceza evi, ağası bol bir ceza evi idi.. yerli mahkumlar ile yabancı mahkumlar arasında oldum olası bir sürtüşme vardı.. yerli mahkumlar yabancılara heme hemen hiç bir hak tanımıyordu.. bu durum abdullahın yapısında olan bir insan için kabul edilecek bir durum degildi.. yerli mahkumlar idare ile de iş birligi yapıyor ve cezaevini cehenneme çeviriyorlardı.. ama abdullah gibi bir mahkumun gelişi yerlileri rahatsız etti.. ondan hem çekiniyorlar hemde ona bir seyler yapıp sindirmek gerektigine inanıyorlardı..

    abdullah dayı anlatıyor;
    ama benimde bir seyler yapmam gerekiyordu.. yerli konyalı efeler çok kalabalıklar. hepsi aynı koguşta kalıyor, voltaya hep birlikte çıkıyor, hiç açık vermiorlardı. bundan daha kötüsü ise henüz dışardan hiç bir alet getirtememiştim..

    bende silah olarak hiç bir alet yoktu ama, param boldu.. bununla birseyler elbette yapacaktık.. biz yedi antepli bize karsı olan kıskırtmalara, hareketlere hiç aldırmadan günlerimizi geçiriyorduk.. voltaya birlikte çıkıyoruz birlikte oturup birlikte kalkıyoruz.. efelerde durup dururken bize saldıramıyorlar. çünkü namımızı biliyorlardı.. benim silahsız olmayacagıma inanıyorlardı.. onların hesabı beni yanlız sıkıstırıp işimi bitirmekti.. ben ortadan kalkarsam çok ünlü bir mahkum hallettikleri için onların namı artacaktı.. benim hesabım ise onların tümünün işini bitirmekti.. kaç kişilerse kaç kişiler kalabalıklarsa kalabalık..

    konyaya gelişimin on beşinci gününde bir gardiyan ile dostluk kurdum.. oradan buradan laflarken sonunda buna çıkarıp elli lira verdim.. "aman agam" dedim. "ne olur bana yedi bıçak birde ateşli silah getir. korkma seni ele vermem, bu silahlar gelince sana ayrıca yüz lira daha veririm.."

    biraz nazlandı höngör möngör etti, ama ben bıçaklar gelince veririm dedigim yüz lirayıda çıkarıp verince "peki " dedi, "yarın silahları elinde bil. ama beni ele vermeyeceksin..senin yigitligine güveniyorum..koskoca antepli abdullah'sın sen.."

    hemen ertesi gün silahlar geldi.. yedi anteplinin her biri artık silahlıydı.. bıcaklarımız var dı ki nasıl; her biri sögüt dalı gibi sürmene bıçaklar.. ben daha o gece planı yaptım.. arkadaslara planı anlattım..

    "sabaha karsı bunların kogusunu basacagız.. kapılarını patlatacagız.. dikkatli olun yataklarından kalkmadan bastırmamız gerekiyor.. yanlız ölüm istemiyorum.. parmak işi (santim işi) yapacagız.. göz dagı verecegiz bunlara.. ölüm olursa bizi burdan gene sürerler.. yaralamada kalırsak sürmezler.. onlarda bizim üstünlügümüzü kabul ederler.. iyi bir düzen kurarız içerde kimseyi esdirmeyiz.. kumarı esrarı yasaklarız.. fakirin elinden tutarız.. önden ben dalacagım içeri..siz girinceye kadar ben en efelerinden 3-4nü haklarım..geri kalanlarıda siz içeri girince birlikte yıkarız"

    sabaha karsı bizim kogusun kapısını yavasça acıp dısarı çıktık.. bu yerli efelerin yattıgı kogusun önüne geldik.. onlar kendilerini emniyete almışlar,koguş kapısı içerden sürgülü.. benimle birlikte bir arkadas daha gerilip kapıya yüklendik kapı anında patladı.. ilk içeri ben daldım.. kalın deve tüylü paltomu sol koluma doladım.. onunla bir kalkan gibi gögsümü koruyacaktım.. şimdi bu konyalı efeler gafil avlanmışlardı...

    daha ne oldugunu anlamadan uyku sersemi bıcagı yiyorlardı.. ben en dipteki ranzaya varıp bir altta bir üstte daldırdım bıçagı.. onlar daha "ah anam yandım" derken bu seferde tam karsı ranzanın üstünde ve altında yatanlar yediler bıçagı.. ama öylesine daldırıyordum bıcagı ölümüne degil.. parmak işi yanı. ben dipte işi bitirirken arkadaslarda içeri dalmışlar. kapı yanındaki ranzadan işe başlamıslar.. onlarda aynı benim gibi parmak işi yapıyorlar.. bacaklarına buduna koluna dalına.. bir bagırtı bir cayırtıki görmeye degerdi yani.. o konyalı efeler kaçacak delik arıyordu.. yaralananlar sanki çok agır yara almış gibi yerlerinden kalkmıyor ölü numarasına yatıyolardı.. bir bıçak daha yememek için bu yola başvuruyorlardı.. iş bittiginde yaralanmayan kimse kalmamıştı.. koluma doladıgım paltomu omzuma attım.. kogusun ortasına geldim.. yaralı konyalı efeler yatakların üzerinde yatıyorlardı.. hiç birisi yerinden kıpırdayamıyordu.. bunlara dönüp;
    "bakın" dedim.. "yaptıgınız işler hep yanlıstır.. yoksulu kimsesizi ezersiniz.. idare ile iş birliigi yapar ceza evini cehenneme cevirirsiniz.. bizim gibi yabancılara hiç bir hak tanımak istemezsiniz.. bunlar yanlıstır.. bu size bir ders olsun.. bir dahakine işi böyle ufak bırakmayız.. can alırız bunu iyi bilesiniz.. sonra sunuda unutmayın.. biz buraya camiden gelmedik..bizim hepimizin sırtında idamlar var.. tek durun bundan sonra.. "

    sonra arkadaslarımı önden cıkarıp arkadan ben cıktım. bu düelloda yerli efelerin yattıgı kogusta onbeş kişiden onbeşide yaralandı.. bizim hiç birimizde sıyrık bile yoktu..

    biz kogusumuza girdigimizde idare kapısı açılıp içeri gardiyanlar ve jandarmalar doldu.. bagırmaların seslerin geldiği yöne dogru kostular.. tabi yaralamaları yapanlar ortada yoktu.. vurulanların ifadesine göre kogustan bizi aldılar.. biz bıçakları çoktan kaybetmiştik.. çiviydi dedik, şiseydi dedik,bıcakları vermedik..

    vermedik ama bu davranısımız idarenin üstünde kötü bir tesir yaptı..aletleri vermemeiz onların disiplinini kırdıgı gibi, bu aletler bizde oldukca başka hadiselerde yapacagımızdan korkmuşlardı.. bizde bunu anlamıstık.. bize bir seyler yapacaklardı ama ne?....

    ....ben bunun hesabını yapıyordum.. bizim yedimizi birden alıp kapalıya götürürler, orada yıkarlar bizi.. bunu isteseler yapabilirlerdi.. ama yapmıyorlardı..

    bir hafta idare bizim üstümüze gelmedi.. bizde hiç gürültü patırtı yapmadan oturuyorduk.. vurdugumuz konyalı efeler ise öteleri bereleri sarılı kimi dolasıyor, kimileri ise(yaraları birazdaha agır olanlar) koguşlarında yatıyordu..

    ceza evindeki diger mahkumların bize karsı degişik bir tavırları olmadı. ne yaptıgımızdan ötürü bizi destekleyenler var nede bu yüzden bize kızan..

    öyle garip bir durumdaydık yani.. ne olacagını bilemiyorduk..

    sonunda ne olacagını gördük.. ben bu konyalı efeleri öldürmezde işi yaralamada bırakırsak bize sürgün çıkmayacagını hesaplamıştım.. sürgün çıkmayıncada yaptıgımız olaydan sonra cezaevinde hakimiyeti elimize alırdık.. ama biz olayda kullandıgımız aletleri vermeyince; şisti şişeydi falan deyince, idare işi başka türlüçözememiş ve bizim hepimizin sürgününü çıkarmıştı.. olaydan bir hafta sonra her zamanki gibi gece yarısı kogusumuzun kapısı açıldı.. hepimiz dışarıya çıkarıldık ve tepeden tırnaga arandık.. sürgünümüz afyona çıktı.. biz antepli yedi kişiydik, bize karsı çıkmayan bizlerden yana gözüken beşde konyalı arkadas bizim aramızdaydı..

    *************AFYON CEZA EVİ****************

    abdullah kendisi ile birlikte sürgüne giden onbir arkadası ile afyonceza evine geldiğinde gördüki afyon ceza evi konyadanda beter.. berbat bir ceza evi. yabancıyı yanlız mahkumlar degil idarede sevmiyor.. haksızlıklar diz boyu olmuş.. yerli mahkum acımasız alabildiğine yabancıları ve yoksulları eziyor.. idare ise abdullah ve arkadaslarına müthiş düşman.. sanki bütün ceza evi bir yana abdullah ve arkadasları bir yana olmuş.. idare tüm disiplinini ve acımasızlıgını onlara gösteriyor.. abdullahsa idarenin gözünde tam bir canavar..

    yani bir adam öldürmüşüz adımız canavara çıkmış.. ada neden adam öldürmüşüz soran dinleyen yok.. sanki ceza evlerinde benden başka adam öldüren yokmuş gibi,bu ceza evinin idarecileri yanlız beni katil görüyor.. oysa bu haksızlıklar, insanların ezilişi beni hep can almaya icbar etmiş.. şimdide afyon ceza evinin idaresinin bu tutumu beni icbar ediyor.. birseyler yapacagım onlara ders verecegim ama neyle? elimde hiç alet yok.. üstelik ikigünde bir bizi donumuza kadar arıyorlar.. diger mahkumlara böyle bir muamele yok.. yanlız bize yapılıyor.. buda bir haksızlık elbette.. yerli mahkumlar benim ünümden adama akıllı rahatsız. bunu hissediyorum ben. benim silahsız oldugumuda cok iyi biliyorlar.. şimdi iş kalıyor bunların hep beraber benim üstüme çullanmalarına.. ceza evlerinde çok deneyimlerim olmustu.. bunlar fırsat kolluyorlar, mutlaka dalacaklar bana..böylecede hem idarenin hem diyer mahkumların gözünde büyüyecekler.. onlar bu hesabı yaparken,bende boş durmuyorum tabi.. bende başka hesaplar peşindeyim..çünkü kavga kaçınılmazdı.. bunu biliyorum önemli olan hazırlıksız yakalanmamaktı...

    Ceza evinde antepli bir basçavuş vardı. benim adımı duymus e benimle iftihar ediyor.. hemşeriyiz çünkü.. ama yanıma pek sokulamıyor. idareden korkuyor. çünkü idre bana öylesine hasım bir tavır takınmıs ki;idareden birisinin bana slm bile vermesi yasak edilmiş durumda.. buda zulümün baska bir sekli.. ben idam altında yatıyorum. insanlarla konusmaya, dertleşmeye, dostluk kurmaya ihtiyacım var.gncecil bir insanım.insanların benimle konusması engellenebilir mi? engelleniyor işte.. bunu yapan kim? kıçı kırık bir müdür.. böylece üstekilere yaranacak aklı sıra.. gün olur bunların hesabı sorulur elbette. bu benim hemşerim bascavuş bir gün gelmiş, nöbetci kulübelerini denetliyordu.. bende voltadayım. hemen yanına gittim..
    "selamın aleyküm hemserim"
    "aleyküm selam." dedi.. baş çavuş ama yan gözlede etrafı kolaçan ediyor, gören varmı diye..
    dedim;"bak hemşerim, beni tanıyorsun, adımıda biliyorsun.bunlar, bu yerli mahkumlar çok kalabalık, birkaç kişi olsa ben onların hakkından gelirim. ama 50-60 kisi varlar. idarede onlara destek veriyor.. bunlar beni öldürecekler.. senden hemserilik adına rica ediyorum, bana alet getir. getirde bak ozaman, Anteplilerin namı ne olur?"

    bu iş 1940 yıllarında oluyor. ben ozaman sevimli, tatlı bir yigidim. 17-18 yaslarındayım.. yüzüme bakan beni seviyor. yaptıgım işler yaşıma göre dağlar kadar büyük.. O nedenle , böyle zamanlarda yardım istedigim kişiler bana hep imkan tanırdılar.. şimdi, Antepli çavuş da bana sevgi duyuyordu, imkan tanımak istiyordu. ama korkuyordu..

    "bak hemşerim" dedim."bende bir toplu igne bile yok. Öbürleri misellah adamlar. Yabancılara, yani bizlere infaz vermişler. Allahtan revamıdır bu? toplu ignesi bile olmayan bir kişinin , silahlı bu kadar çok adam tarafından öldürülmesi dogrumu?"

    B u sözlerim üzerine baş çavuş yumuşamıştı.. ancak benim param yok istediginiz silahları nerden alayım gibi laflar etti..

    "para kolay hemserim" dedim."sana istedigin kadar para veririm. sen bana on iki bıçak birde ateşli silah getir"

    ben buna ozamanın parasıyla iki tane onluk birde reşat altını verdim. iki gün sonra da çifte namlulu belçika tabanca ile on bir tane bıçak geldi.. bıçaklar bursa yapısı, tığ gibi, ustura gibi. biz bu silahları alınca bambaşka bir güce sahip olmustuk. silah büyük güçtür. haşa Allah gibidir silah. Allah gibi can alır. ben bir boş tabanca ile elli kişiyi susta durdururum. silah cezaevinde olunca, hükümdür, hakimdir.. Tanrının buyrugudur.. silahın yüzü soguktur ama sahibine sıcaktır. yavuklu gibidir sahibine..

    silahları aldıgımız gece, kogusun penceresine yaslanmıs, Afyonun soguk ayazını sanki iliklerimde hissederek, dışarıyı seyrediyorum.. sabaha karsı infaz kararı almısım.. yatsı okunmaya başladı. ceza evinde çıt çıkmıyordu.. herkes, sanki benim gibi ezanı dinliyordu.. pencereden, sokaktan geçen insanları seyrediyordum.. aceleyle evlerine gidiyorlardı.bunlar ya gece vardiyası çalışan işçilerdi, ya da kahfede kumar oynayan adamlar.. nerden gelirlerse gelsinler, hepsi evlerine gidiyorlardı.. yarında evlerinden çıkıp işlerine gideceklerdi.. ama ben yarında buradaydım, yıllarca buradaydım ben.. yarın sabaha karsı yapacagım iş nedeniylede, belki ben bu ceza evinden hiç çıkamayacaktım.. Rabbim neden baa böyle bir yol çizmişti...?

    ezanla birlikte kalktım.. namazımı kıldım ve sonra öylece, hiç soyunmadan yataga uzndım.. tavşan uykusuna yattım. biz yedi antepli, beşte konyalı olmak üzere on iki kişiyiz.. bizim amacımız, tıpkı konyada oldugu gibi öldürmek degil, bunlara göz dagı vermek..yanı gene parmak işi gidecegiz.. çok üstümüze gelmişlerdi.. üstlerine gittikleri kişilerin kimler oldugunu ögrenmeleri gerekiyordu..

    sabah ezanı okunurken koguşların, kapısını patlatıp içeri daldık.. ancak bu kez iş konyadaki gibi olmadı.. çünkü sabah namazına kalkmıs olanlar ayaktaydı.kimi namaz hazırlıgı yapıyor, kimiside abdest alıyordu.. ama biz fırtına gibi içeri dalıpta kogusa baştan, ortadan sondan el koyunca,bu ayaktakiler aletlerine uzanacak zaman bulamadılar.. önce onlara daldık zaten, ayaktakilere.. ben içeri girip dibe dogru koşarken, saglı sollu bu ayaktakilerden 2-3 kişiyi yıktım.. yani gene öylesine vuruyordum ölümüne degil.. parmak işi santim işi..arkadaslarda öylesine hızlı calıdıyorlardı ki, kimse ne oldugunu anlamadan bıcagı yiyordu.. sanki konyanın bir benzeri oluyordu.. oradan antraman yapmıstık, burada maç yapıyorduk.. çünkü konyadakiler azlıktı.. bursadakiler ise allah arttırsın ama elli kişiden fazlaydılar.. bagırmalar küfürler çıglıklar birbirine karısıyırdu.. koğuş tam anlamı ile cehenneme dönmüştü.. bunlarda tıpkı konyalılar gibi bıçagı yiyince bir daha yerlerinden kalkmıyorlardı. baska bıçak yemeyelim diye. bizim arkadaslar tarlada ekin biçer gibiydiler.. bıçaklarını saga sola daldırıyor, çıkarıyor, başka bir tarafa daldırıyordular.. ayakta olanların isini ilk bastan bitirdigimiz için öbürleri kolay oluyordu..çünkü onlar yataktaydı.. ortalık kan kesilmisti.. ateşli silahı kullanamama gerek bile kalmamıstı.. afyonlu 60 mahkum. beş dakika içinde yere serimişti.. iş bitmişti.. fazla eglenmenin alemi yoktu... "tamam" diye begırdım.."hadi hep birlikte çıkıyoruz.."

    .................arkadaslar toparlandı, ellerindeki yüzlerindeki kanları çarşaflara silmeye başladılar.. çarşafına el attıgımız Afyonlu mahkum, hemen geri çekiliyor, çarşafı almamıza yardımcı oluyordu.. Konyalı idamlık Mustafa bagırmaya başladı..
    "kalksana ulan! kalk geri çekil,çarşafı alacağım."
    ama bagırdıgı kişiden ses çıkmıyordu. idamlık öfkelendi:
    "kalksana ulan! sana bir tane daha kaktırırsam görürsün ananınkini.. kalksana!"
    adamdan gene ses çıkmadı.. idamlık Mustafa'da adamı şöyle eliyle ileri itmek istedi. üst ranzada yatan adamdan gene hiç ses çıkmadı. kıpırdamıyordu da. idamlık Mustafa işi hemen anladı:
    "ölmüş bu yahu!" dedi..

    O günkü vukuatımız idamlık koca Mustafa'nın parmak işini biraz fazla kaçırması nedeniyle, 59 yaralı 1 ölüydü.. bizim arkadaslarda da gene bir çizik bile yoktu. olay zabıtlara böyle geçti. 1940'nda Afyon'da..

    o sabah onikimiz birden hücreye konduk, zincire vurulduk.. ancak birbirimizle rahatlıkla konuşabiliyorduk..

    "işte böyle olacak" dedim. "gördünüz mü? hiç yara bile almadık. neden? çünkü bizde haklılıgın verdigi güç varda ondan. birde ölümden korku yok bizde. korksak, ozamn ölüm gelir bulur bizi.. bunu unutmayalım, ölüm korkuyla ortak çalısır.."

    ben böyle deyince idamlık koca Mustafa seslendi:
    "beni asarlar artık degil mi? herif öldü. bundan sonra ipimi çabuk çekerler."

    "asamazlar. bu bir meydan savaşıydı. senin onu vurdugunu kim biliyor ki? meydan muharebesinde ölen öldügüyle kalır. öldüren yırtar işi.. hem sana bir sey söyleyim mi agam?"

    "söyle"

    "o adamı sen vurmadın. ben kogusa daldıgımda önce o adama dokunmustum. ne malum benim vurmamla ölmedigi? bunu kim ispat edebilir? mermi degil ki bu incelesinler.."

    idamlık koca mustafa bu sözüme güldü.

    "sen bilirsin yaptıgın işi Abdullah, sen işini bilirsin. santim işini bozmazsın sen. bıcagı ben kaçırdım, bunu biliyorum. sol bögründen daldırdıgımda, bıçak kalbine degdi.."

    "ha sen ha ben ağam. Rabbialemin bir kez ölüm emrini vermiş. Verdikten sonra, sen olsan ne olur ben olsam ne olur?sen, ben olmasakta bir baskası bu işi yapacaktı. çünkü ölüm emri gelmişti bir kere.. onu bozmaya bizim gücümüz yetmez..."

    Konya'ın Kayaönü köyünden, çok cesur, çok yiğit,bir kişiydi idamlık Mustafa.. babayigit bir arkadastı.. 1.90 boyunda dev gibi bir adamdı.. o gece geç vakitlere kadar hücrede konustuk.. artık yorulmustuk.. hepimiz zincire baglı olarak uyuyup kalmıstık..

    59 kişiyi yaralamış, bir kişiyide öldürmüştük..

    Abdullah ve arkadsları 59 kişiyi yaralayıp, bir kişiyide öldürüdükten sonra kapatıldıkları hücrede geç vakitlere kadar konusup bu kan dolu günün yorgunlugu ile uyuya kalmıslardı.. sabaha karsı uzaklardan gelen zincir şakırtıları,postal sesleri ile uyandılar.. Abdullah bu ssleri çok iyi tanıyordu.. sabaha karsı, hücrede olan insanlara dogru bu8 sesler gelince eger ortada kesinlesmiş bir idam cezası yoksa bu sesler sürgün demekti.. idam cezası varsa bu seferde bu sesler idam demekti..

    Antep'ten sürgüne çıkalı daha topu topu 2 ay bile olmamıstı.. bu süre içinde Abdullah bununla birlikte 3.kez sürgüne gidiyordu.. idareler, sürgün için geceyi sever.. özellikle sabaha karsı sürgün yapmak iyi olur.. bu saatlerde mahkum uykudadır, tedarik yapmaya imkan yoktur.. eger silahı varsa silahlar zuladadır, onlara uzanamaz, direnemez,gürültü çıkaramaz.. sabaha karsı yapılan sürgünler yagdan kıl ceker gibi olur.. peynir ekmek yer gibi iş biter.. idarenin cokta acelesi vardır..

    "hadi bakalım. toparlanın, gidiyoruz" dediler mi, en çok on dakka içinde hazır olmak gerekir..

    olmadın mı, yandın demektir bu.. sen istedigin kadar Abdullah Palaz ol. elin kolun zincirli, karsında kırk elli gardiyan,jandarma ne yapabilirsin ki?

    Abdullah, sabah ki olaydan sonra çifte namlu, belçika silahını nasılsa arama yaparlar diye, silahı getiren baş cavuşa kaşla göz arasında vermişti.. sıkıştıgında ondan silahı geri alabilirdi.. uzaktan gelen zincir seslerinin ve postal seslerinin taşlar üzerinde çıkardıgı sesler, gelip hücrenin kapısına dayanınca arkadaslarına seslenerek onlarıda uyandırdı..

    hücrenin demir kapısının açılması ile birlikte, gelenler içeri dolustular.. acele ile zincirler çözüldü. gelenler birsey demiyor, onlarda birsey sormuyordu..yapılacak işlemler belli idi.. acele olarak toparlanacaklardı.. koguşlarına gidilecek, oradaki esyaları da toparladıktan sonra sürgün yoluna çıkılacakdı..

    kogusa gelindiginde, Abdullah'da acele ile toparlandı. koguştaki eşyalarının hemen hepsini fakir mahkumlara verilmek üzere başgardiyana bıraktı. elbiselerini,ayakkabılarını,kişisel esyalarını bir valiz doldurrup maltaya çıktı.. biraz sonra diger arkadaslarıda geldi.. oniki kader arkadası, neresi oldugu belli olmayan yeni bir sürgüne cıkıyorlardı.. Afyon cezaevi'nin ne kadar jandarması, gardiyanı varsa hepsi toplanmıslardı.. jandarmalar o kadar degilde, gardiyanlar itip kakıyorlar, sürgünlerin üstüne üstüne geliyorlardı.. Abdullah'ın bileklerine sevk zincirleri vuruluyordu.. özellikle baş gardiyan yapıyordu bu işi.. zinciri takarkende canının acıması için hoyrat davranıyor, gereksiz hareketlerle Abdullah'ın canını yakmak istiyordu.. Abdullah ileri uzattıgı bileklerine zincirler geçirilirken basgardiyanı yakasından tuttu, kuvvetle itti ve yüzüne tükürür gibi bagırdı:

    "bak başefendi yaptıkların dogru degil. biz elikolu bağlı insanlarız. bizi daha fazla hırpalamayın. bugünün yarınıda var, sorarız sonra hesabını bunun!"

    yere düşen başgardiyan, bir hışımla ayağa kalktı, ancak ne oldu,neden vazgeçti,bilinmedi,Abdullah'a vuracaktı, son anda vurmaktan caydı..

    jandarma başçavusu da gider ayak gene bir olay çıkmaması için araya girdi..

    "hadi bakalım toparlanın gidiyoruz.."

    elleri kelepçeli ve sevk zinciri ile birbirine bağlı Abdullah ve arkadaslarının askeri bir cemseye binmesi çok güç oldu. bir sandalyeye basarak cemseye girmek isteyenler, sevk zincirlerinde fazla pay bırakılmadıgı için arasındaki arkadasının zincirini geriyor, ya o cemseye giremiyor, yada arkadası cemsenin arka kapagı ile sandalye arasında kalıveriyordu.. bu duruma düşeni jandarmalar, karga tulumba tutup cemseye itiyorlardı. sonunda oniki mahkum ve yirmiden fazla jandarma cemseye girdiler.. sıkış sıkış oturuyorlardı.. her birinin bavuluda cemseye konulunca artık kıpırdayacak yer bile kalmamıstı.. cemse hareket ettiginde, Abdullah bir jandarmaya sordu..

    "kardeş nereye gidiyoruz?"

    genç delikanlı bir çocuktu jandarma. yutkundu, bir şeyler söylemek istedi, gözlerini Abdullah'tan kaçırdı.. sonrada "yukarılara doğru" dedi.. "çok yukarılara"
    "yukarıların adı yok mu?"
    "var.bursaya."

    Abdullah buna sevindi. onun aklından sinop geçiyordu.Bursa öyle önemli bir ceza evi degildi. adı duyulmamıstı, orada fazla zulum olacagını tahmin etmiyordu. olsaydı zaten duyulurdu, şimdiye kadar. bu sevinçle Abdllah bir Antep türküsü tutturdu. yanık yanık söylüyordu. birden beklenmedik bir sey oldu. jandarmalardan biride türküye eşlik etmeye basladı. oda yanık yanık söylüyordu.. türküyü kesti abdullah:

    "nerelisin sen kardes?"
    "Antep'liyim"

    abdullah'ın içinden kalkıp Antep'linin boynuna sarılmak geldi.. tam karsısında oturuyordu Antepli jandarma.ne varki bileklerindeki zinciler yerinden kalmasına degil, kıpırdamasına bile izin vermiyordu.. anladı ki Antepi çok özlemişti..kimbilir belkide anasını, babasını da özlemisti.. mahsunlasti, gözleri dolar gibi oldu.. utanmasa aglayacakti.. niye aglamasindi ki? 17 yasinda bir cocuk aglamazmiydi? onun yasitlari, simdi evlerinde ana kuzusu gibi sicacik yataklarinda yatiyorlardi.. o ise basina neler gelecegini bilmedigi yeni bir ceza evine gidiyordu.. Anadolu'nun kıracindan, yavas yavas yesillenen,deniz kokusu gelen bir yere dogru gidiyordu.. sahi denizide daha görmemisti.. aklına geldi Antepli jandarmaya sordu:

    "Bursa'da deniz varmi hemserim?"
    hemserisi jandarma güldü:
    "denizden sanane hemşerim? olsa ne yazar olmasa ne yazar? sen denişzemi gireceksinde soruyorsun?"

    "ögrenelim dedik"

    "var sayilir.20-30 kilometre ötesindedir. ama havasi kokusu Bursa'dan duyulur.."
    "nerden biliyorsun sen? gittin mi hiç bursaya?"
    "okudum,okullarda okudum.."

    Abdullah ilkkez cahil oldugunu anladi.utandi bundan. yaptıkların cahilliginden mi diye düşündü. sonrada kendi kendine mırıldandı:

    "kader işte, cahil olsan da, olmasanda olacaktı bu işler.."

    birkaç yerde mola vberdiler. jandarmalar da sani çabuk gitmek istemiyorlardı.. molalarda bile zincirleri çözülmüyordu.. yiyeceklerini içeceklerini güçlükle yiyip, içebiliyorlardı.. sabaha karsı Bursa'ya girdiler. bursa'nın taş duvarlı, eski görünümlü ceza evinin önüne geldiklerinde, sanki Bursa'nın bütün polisi, jandarması da cezaevinni önüne gelmişti..

    ***NAZIM HİKMET VE BURSA CEZA EVİ***

    ceza evinin önünde büyük bir kalabalık vardı.anlaşılan bizim getirilecegimiz duyurulmustu ki sabahın bu kör ezanında herkez ceza evinin önünde toplanmıstı.. cemseden, jandarmaların yardımı ile inebildik.. bileklerimiz birbirine zincirli, ayakta zor durabiliyorduk.. kalabalık arasından bir kaç kişi "yuh" diye bagırdı.. şerefsizlikti bu. elleri kolları zincirli bir ayal jandarmanın arasındaki kişilere yuh demek kolaydı..kimbilir bu milleti nasıl doldurmuslardı. tabi ben Antep canavarıydım.. canavarada elbette "yuh" çekilirdi..işte böyle şeyler beni deli ediyordu. arkadaslarıma zincirli olmasam, yanlız ellerim kelepçeli olsa, jandarmaların arasından fırlar bu, yuh çeken hayvanı kelepçemin demirleri ile vura vura öldürürdüm. böylece de canavar oldugumu ispatta ederdim..

    ceza evinin büyük demir kapısı açıldı. geniş bir avluya aldılar bizi.. sonrada bu avlunun sagındaki bir kapıdan, büyükçe koguşbenzeri bir odaya soktular.. elinde kalın uzun bir mese sopası olan bir gardiyan bağırdı:

    "çıkarın zincirlerini!"

    gelip zincirlerimizin kilidini açtılar. elimiz, kolumuz serbest kalmıstı. aynı gardiyan bu kez bize bagırdı:

    "soyunun üstünüzü! bir don kalana kadar soyunun."

    kimbilir belki hamama sokacaklar diye düşünüyordum. ma hamama girecek insanlar böyle hersesin ortasında soyunmamalıydı.

    "ağam neden bizi soyarsın ki?biz afyon'da arandık geldik.."

    anama küfreder gibi bagırdı:
    "kes ulan sesini!"

    elim kolum serbestti.bu avucumun içinde kalacak kadar kücücükbir yüzü vardı.. yüzünü avuçlayıp gözlerini kör etmek geldi içimden. en azından bir tane azının ortasına patlatmalııydım. ama şöyle bir baktım, otuz kişi vardılar. bunlar beni parçalardı böyle birsey yapsam..

    "hay hay,"dedim.. "gardiyan agası! ama birgün senide soyarlar.."

    elindeki meşe sopasını kaldırıp üstüme saldıracak gibi bir hareket yaptı.. ama arkasındakiler tuttular.. biz ise soyunmaya basladık.. hepimiz bir donla kaldık.. yürüyün dediler. yürüdük. alt kata inmiştik. üst kattan alt kata öyle cebrail buzagıları gibi çıplak yürümüştük.. ceza evindeki tüm mahkumlar bizi görüyordu.. yani bunlar,mahkumlara karsı bizi küçük düşürüyorlardı.. aşagılatıyorlardı bizi.. karanlık kolidorun ucundaki demir bir kapının kiliidini açtılar.. girin içeri dediler.. önde ben vardım.. kapının önüne geldim..içerisi zifiri karanlıktı..bir ara durdum..gireyimmi diye düşünüyordum.. arkamdan birisi beni itiverdi.. karanlıgın içine dogru uçtum..içine itildigim karanlık odanın zemini yoktu..boşlukta bir süre uçtum.. sonra yumuşak, cılk bir pisligin içine düştüm.. pislik koltuk altlarıma kadar geliyordu.. yukarıdan bagırdılar:

    "çekil asagıdan antep canavarı! arkadasların geliyor..."

    arkadaslarım peşpeşe kapı esiginden uçarak, asagıya gelmeye basladılar.. hepimiz yumuşak, pelte gibi bir pisligin içindeydik..sonra bir gürültü ile kapıyı kapadılar.. O, eli mese sopali gardiyanın sesi yukarılarda, karanlık kolidorun duvarlarında çınlıyordu:

    "görün şimdi ananızınkini..."

    ceza evi kanalizasyonunun içine atılmıstık..burada geçiş hızlı olmasın, pislik içeride kalsın diye dışa acılan mazgal tamamen kapatılmıstı..ceza evinin tüm pisligi,b.ku burada birikiyordu.. dayanılmaz bir idrar ve b.k kokusu daha içeri girer girmez midemizi bulandırmıs ve hepimiz ögürmeye baslamıstık.. boyları ufak olan arkadaslar cırpınıyor, agızlarına pislik gelmesin diye debeleniyordu.. pisligin içinde bagırtı,ögürtü,küfür sesleri birbirine karışıyordu.. benim boyum 1.90. pislik koltuk altlarıma kadar geliyor.. ama boyları kısa olan arkaadslarım var. pislik onların boynuna bazısının da agız hizasına kadar geliyordu. opnların ögürütüsü yeri gögü inletiyordu. burada bizi bogacaklar diye düşündüm.. b.k yedire yedire, bizi bogacaklar..

    burada artık insanlık yoktu. O, koca devlet yoktu. burada Allah'da yoktu.. burada yanlız b.k, pislik ve vahşet vardı.. ve burada ölecektik.. ölümden hiç korkmamıstım.. korksaydım öldüremezdim. çünkü öldürürken öldürülmekte vardır.. ama burada bu pisligin, bu b.kun içinde ölmek agırıma gidiyordu.. üstelik arkadaslarımda benim yüzümden ölecekti. çünkü, Afyondaki olayı ben planlamıstım.o olay olmasaydı sürgün olmazdık ve bu b.k çukurunun içinde bulunmazdık..

    ama birden aklıma geldi.. bizi burada, oniki kişiyi birden öldüremezlerdi.. o kadar da alçaklık yapmaya korkarlardı.. mahkumda olsak, on iki kişiyi birden öldürmek kolay degildi.. bizi burda bogazlayamazlardı..anlaşılan bize iyi bir ders vermek istiyorlardı..böyle düşününce ferahladım vearkadaslarıma bagırdım..

    "korkmayın! dayanın arkadaslar!bizi burada çok fazla bırakamazlar..hepimizi öldürmeye cesaret edemezler..aman ha dayanın! aman gayret sabredin!bir ikimiz telef olmayalım!olmayalım ki, bu alçaklıgın hesabınıda soralım.."

    arkadaslar dayanıyorlardı ama,iş öyle kolay degildi.. kısa boylu arkadasların durumu çok kötüydü..pisligi yutuyor, yutuyor kusuyorlardı.. duvarlara tutunarak batmamak isteyenlerkaygan duvarlara tutunamıyorlar, gene pislige gömülüyorlardı..

    öyle bir işkenceki bu insanlık görmemiştir.. orada sekiz saat kaldık, sekiz asır gibi saat..artık hiçbirimizin dayanacak hali kalmamıstı..idamlık koca mustafa bile dayanamaz hale gelmişti..o b.k çukurunun içinde hepimiz dönüp duruyorduk..artık çözülüyorduk..kendimizi koyverip pisligin içinde gömülüp bogulacaktık.. boyu küçük üç arkadasımız batıp batıp çıkıyor,durmaksızın bagırıyorlardı..

    ögle üzeri kapı açıldı, asagıya tahta bir merdiven saldılar..

    "hadi bakalım,çıkın yukarı"diye bagırdılar..

    fenalaşmıs olan, kısa boylu arkaadsları arkalarından destek vererek çıkardım.ardından digerleri çıktı..koltuk altlarıma kadar b.kun içinde kalmıstım, gerçekten benimde halim kalmamıstı..ya pisligi yutanlar ne yapsındı?en son ben çıktım..hemen orda, zemin kattaki kolidorda üzerimize hortum ile su sıkarak vücudumuza cıvık bir sekilde yapısmıs olan kaba pisligi aldılar..ama üç arkadasımızın durumu iyi degildi..üzerlerine su sıkılırken ayakta duramıyorlardı..idamlik koca mustafa ve ben onları ayakta durdura bilmek için kollarından tutuyorduk..kollarından çıktıgımız anda yere yıkılıyor ve sürekli olarak ögürüp kusuyorlardı..

    baktım eli sopalı gardiyan su sıkanların en arkasında duruyor..çırıl çıplak durumdayım.. vucudum sıkılan sudan sırılsıklam..dehsetli bir ayaz var.. bu rezaleti gördükten sonra insan yasamıs ne olacak ölmüş ne olacak..? eli sopalı gardiyanın başgardiyan oldugunu anladım..



    bagırdım ona:

    "bak! durumu görüyormusun başefendi? beyendin mi olanları? insan ogluna bu eziyet yapılır mı?seni kim alet etti buna?"

    baş gardiyan önce bir durdu, ne diyecegini bilemez bir hali vardı.. sonra birden yüreklendi:

    "ben yaptım be!" dedi.."ne yapacaksın?ben kimseye alet olmam..istersen bir daha göndereyim sizi oraya.."

    "tabi gönderirisin..istersen simdi hemen bir hada at oraya beni.. at ama sunuda unutma.. bunun hesabı sorulur.. kuş olup uçsan, bulut olup göçsen, duman olup kaybolsan, bunun hesabı sorulur ki nasıl sorulur.. bakalım ozamn ne diyeceksiniz. günü gelende göreceksin bunu baş efendi.."

    hiç ses etmedi. oysa birden dikilmiş, korkusuz gibi davranıyordu..

    bizi alıp üst kata çıkardılar. durumu kötü olan arkadaslarımızı kollarına girerek, biz tasıyorduk.. üst katta bizi tas zeminli, içinde hiç bir esya olmayan bomboş bir odaya kapadılar.. odanın cepesinde demir parmaklıklar vardı.. önüde maltaydı.. mahkumlar maltasdan gecerek gidiyor, volta atıyor, ama h,iç birisi bize geçmiş olsun bile diyemiyorlardı.. üç arkadas ise yerde uzanmış inliyordu.. anlasılan diger mahkumlara ibret olsun diye"antep canavarını da arkadaslaerınıda ne hale getirdik, görün" demek isitiyorlardı..

    üzerimize hortum ile su sıkmışlardı ama, pisligin çogu duruyordu.. hem pislikten ve hem sıkılan sudan dolayı rezil bir durumdaydık.. yerde yatan konyalı cafer,

    "abdullah ben ölüyorum" dedi..

    ağzından yesil köpüklü pis bir şeyler sızıyordu..inleyerek konusuyordu.. biraz nefeslendi..gözleri yarı acık,yaerı kapalıydı. aglıyordu konyalı cafer,konusacak hali bile yoktu. zorlukla:

    "abdullah! benim acımı al. koma bunlara can bedelimi.." dedi..

    yerde yatan diger iki arkaadasta seslendiler:

    "benim acımıda al abdullah.."

    "benimkinide. koma sakın yanlarına sor bunların hesabını.."

    demir parmaklıklara dayanıp var gücümle bagıdım:

    "bir maşrafa su verin bari, ALLAHSIZLARRRRRRRRRRRRR!!"

    arkamdanda idamlık koca mustafa bagırdı:

    "ulan hepinizin dinini, kitabını..... alın lan, gelin alın canımızıııııııııı!"

    tam o sırada ilerden asker bozmasi kaputtan paltoyu omuzlarina atmis, saclari karmakarisik, gozleri cakmak cakmak dev gibi bir adam demir parmakliklarin onune geldi. demir parmakliklara tutunup iceriye bakti. yerde yatanlari gordu. bizim halimize bakti. sonra kosarak gitti. biraz sonra elinde bir testi ve bardakla geri geldi. testinin parmaklıklar arasından geçmesine imkan yoktu.. oda bardaga su doldurup içeri uzattı.. acele ile konyalı cafer'in yanına gittim.. yüzünü yıkadım.. agzını calkaladım.. bende susuzluktan yanıyordum ama, onlar yani yerde yatan arakaadslar b.k yutmuşlardı. agızları bile b.k içindeydi.. onun için onların hacetini önceden görmem gerekiyordu..

    o dev gibi adamın, parmaklıklar arasından doldurup doldurup verdigi bardakla, diger fenalasmış arkaadslarımıda temizledim.. sonrada bizler elimizi yüzümüzü yıkayıp birer bardakta su içtik..

    "sagol abi" dedim o dev gibi adama.. "sagol allah razı olsun.." o hicbir sey demeden cebinden yesil renkli bir sigara paketi cikarip icinden uc tanesini kendine ayirdi, gerisini bize verdi. koylu sigarasiydi verdigi. kibritini cakip sigarami yakti.bende diger arkadasların sigaralarını benim sigaramdan yaktım.. o sigara bize sanki cennet tamı gibi geldi.. onbeş saattir azımıza hiç bir sey girmemişti.. sigarayı yer gibi içiyorduk..

    "gecmis olsun agalar' dedi. o dev gibi adam, 'gecmis olsun, gene gorusuruz"
    arkasini dondu gitti...

    ben arkasından öyle bakıyordum.. tam o sırada bir mahkum geçiyordu.. bagırdım:

    "baksana arkadas, su giden adam kim?"

    mahkum, 'dev gibi adam'in arkasindan baktı:

    "o mu? sairdir, yazardir, tarihcidir. ayni zamanda da vatan hainidir"

    mosmor oldum..titremeye basladım.. agzımdan salyalar akıyordu:

    "adı ne lan?"

    adam korktu hızlı adımlarla uzaklasırken orkasına dönüp bagırdı:

    "nazım hikmet! kominist nazım hikmet..!"

    bende arkasından avazım çıktıgı kadar bagırdım:

    "ulan pust! hic birinizin kici sikmadi bize bir yudum su vermeye, o verdi de onun icin mi vatan haini oldu!ben burdan çıkarım,sanada bunun hesabını sorarım..!"

    ben şair ne demekti, yazar ne demekti, tarihçi ne demekti bilmiyordum.. koministligi ise hiç bilmiyordum.. ama vatan haini denmesi agırıma gitmisti.. böyle bir adam, böyle bir yiğit adam vatan haini olamazdı..

    o dev gibi adam gittikten hemen sonra gardiyanlar geldiler.. durumu kötü olan aerkadsları alıp götürdüler.. gardiyanlar üzüerine pislik bulaşmasın diye arkadasları, zahire çuvalı gibi bir seylere sarmalayıp götürdüler..

    işte bu insanlık dışı işler, bu haksızlıklar, bu zulüm beni hep kan dökmeye itti.. kan içiirtti bu muameleler bana. katil etti beni bunlar.. durumum müsait olsa, elimdebir kaç alet olsa, allah adına yenmin ederim ki, bu ceza evinde ayakta bir tane idareci komazdım..ama ne yaparsın? çıplaksın, ezilmişsin...

    O gün akşama dogru Abdullah ve arkadaslarını alıp hamama götürdüler.. üç kisi ise revire götürülmüstü.. hamamda iyice yuıkandıktan sonra, dışarı çıktıklarında elbiselerinin getirildigini gördüler.. giyindiler. hiç birinin azını bıçak açmıyordu. o kadar keselenmiş o kadar yıkanmışlardı ama üstleri basları gene pislik kokuyordu.. afyon ceza evinden sevk edilirken üstlerindeki paraları makbuz karsılıgında alınmıstı.. Abdullah palaz'ın 35 reşat altını ile 380 lirası vardı..hamamdan cıkarken bir gardiyan elbiselerinin cebinden çıkan makbuzları verip paralkarının emanete geçtigini söyledi..

    o gece özel bir koguşa verildiler. sabaha karsın hiç kalkmaksızın uyudular.. günnü ilk ısıkları ile abdullah uyandı. namaz kılmak isitiyordu. ama vazgeçti. idamlık koca Mustafa'da kalkmıstı:

    "mustafa agbi," dedi Abdullah. "biz artık kırklanmadan namaz kılamayız. tümden cenabetiz biz. kırklanmadan bize namaz haram."üç gün onlarla kimse ilgilenmedi..yemekleri geliyor, gardiyanlar tek kelime bile konusmuyorlardı. üçüncü günün akşamı Abdullah'ı müdür çagırdı:

    "otur bakalım.."
    oturdu Abdullah.
    "geçmiş olsun..."

    Abdullah hiç ses cıkarmadı. "buranın usulü budur işte. siz hiç bir yerde rahat durmamıssınız. sen, yaşın kadar adam öldürmüssün. yaralama yapmıssın, idamlıkları kaçırmıssın. vali vurmussun. ama burası, onlara benzemez.Şimdi bana söz vereceksin. burada hiç bir olay istemiyorum. şeref sözü verirsen, sizi diger mahkumların içine veririm, rahatça dolaşırsınız. aksi halde, o lağımı gördünüz degil mi? bende ondan daha beteride var. oraya gidersiniz."

    Abdullah tane tane konusuyordu:

    "müdür bey!biz hazreti Hasan ve Hüseyin'in kerbala'da çektiklerinden daha fazla çekmiş mahkumlarız.burada yapılan bu muameleden sonra, bize yapılacak başka kötü muamele kalmamıştır.. onun için bu teklifinizi arkadaslarıma götürecegim, onlara danısacagım.."
    "olmaz! bana şimdi, hemen cevap vereceksin."
    Abdullah kalktı, gidiyordu. birden geri döndü."bir sartla söz veririm.."
    "nedir o sart?"
    "o adamı bizim koguşa vereceksin.."
    "hangi adamı?"
    O, şair, yazar,tarihçi olan adamı. o adamı bizim koguşa verirsen, sana söz veririrm hiç bir sey yapmayız. vermezsen, bak müdür bey, bu ceza evinde öyle seyler yaparım ki tarih bunu yazmamıstır, yazamazda.Bursa ceza evinin tarihini kanla yazarım.Hepsi bu kadar işte."
    Abdullah öyle kararlı konusuyordu ki müdür çaresiz kaldı..
    "kimmiş o adam?Nazım hikmet'mi yoksa?"
    "evet.Nazım hikmet."
    Müdür ayaga fırladı.. yüzü kıpkırmızı olmusutu.
    "olmaz,onu veremem sizin yanınıza. onun bahceye çıkması bile yasak. ancak maltada dolasır o."
    "sen bilirsin müdür bey.ben diyecegimi dedim.bundan sonrası seni,n bilecegin iş.
    Abdullah arkasını döndü tam dısarı çıkıyordu ki müdür bağırdı:
    "allah belanı versin! tamam veriyorum yanınıza. yanlız bu iş tamamen benim elimde degil.Cumhuriyet Müdeiumumist ile görüşecegim. oda kabul ederse ozamn veririm."
    "olur görüş."
    "yanlız sunu iyi bil.bak daha evvelde söyledim. benim elimde o atıldıgınız çukurun daha altında çukurlar var.orayada gidersiniz."

    Abdullah, artık müdüre karsı üstünlügü ele almıstı.pervasızca konustu:
    "Müdür beyim! sende sunu iyi bil. benim önümdede,arkamda bıraktıgım cinayetlerin çok daha fazlası var.ben senin çukurunu gördüm.ama sen benim cinayetlerimi görmedin sadece duydun."

    Müdür, bir seyler söylemek istedi söyleyemedi:
    "otur"
    oturdu Abdulah.

    "emanet paralarını istiyormusun?"
    "ben ne yapayım o kada parayı? kalsın emanette."
    "istersen bir miktarını al."
    "eh! alayım bari."
    müdür kasayı açtı, on dört bankonot ile 5 reşat altını verdi..
    bir müdürün eli böyle mahkumun parası ile yüz göz oldumu, bunu hiç kaçırmamak gerekir.
    Abdullah'da bunu çok iy biliyordu.. mahkumun parasını muhtemet verir, makbuz karsılıgı verir. müdür kendisi veriyor,karsılıgında makbuz falan imzalatmıyorsa,bu demektir ki.....

    müdür bana altınları ve parayı verince çıkarıp elimdeki altnlardanikisini buna verdim.
    "şu iki altında sizin olsun müdür bey, madem istedigimi yaptınız, buda size bir armaganım olsun."

    hiç nazlanmadan altınları aldı. sonra ayaga kalkıp beni yanaklarımdan öptü:
    "kokuyormu müdür bey?"
    "ne kokuyormu?"
    "yüzüm, hani o çukurdan yeni çıktık da."müdür degişti, altınlar hala elindeydi."onu unut artık abdullah" dedi. "seninle çok iyi geçinecegiz bundan sonra..."

    Onunla bundan sonra hiç iy geçinemeyecektik oysa.. ondan bize yapılanların intikamını mutlaka alacaktım. revirdeki arkadaslarım can çekişiyordu, onların intikamını almazmıydım?üstelik benim attıgım yemide yemişti.. yani altınları almıştı. bundan sonra eli bana mahkum olacaktı.zaten daha yanından çıkmadan bana olan mahkumiyetinin faturasını ödemeye bşladı:

    "sizin için özel bir koguş hazırlattım, size fitilli ocakta verecegim."dedi.

    gerçektende bize güzel bir koguş hazırlatmıştı. ama koguşun güzelligi, koğuşa geldigimizin dördüncü günü revire kaldırılan 3 arkadasımızın 2 sinin ölmesiyle bozuldu.ölenin falan hesabını soran yok.cumhuriyet savcısı geliyor,doktor falan geliyor,ya intihar diyorlar, yada kalp sektesinden öldü. iki mahkumada imza attırıyorlar. onlarda gariban mahkumlar, süpürgeciler faln. iki tane süpürgeci,temizlikçi, aciz cahil mahkum alınır, imza ettirilir iş biter. ölen öldügüyle kalır.

    arkadaslarımız öldükten sonra bizi yeniden hamma gönderdiler. yıkandık temizlendik,traş olduk. dışardan, soba, radyo,yatak,halı,masa aldırıdım. müdürde fitilli ocak gönderdi.koğuş oturulur hale geldi..

    arkadaslarımın ölümü yüregimi kor gibi yakıyordu. onların intikamını mutlaka alacaktım.henüz silah tedarikim olmadıgı için bekliyordum.hepimizn sinirleri çok gergindi. o lagımda, biraz daha tutulsaydık,hepimiz ölecektik.

    iki gün sonra, bursa savcısı çagırıyor dediler.gittim,savcı müdürün odasındaydı:
    "otur"dedi.
    oturmadım.
    "böyle daha iyi beyim.buyur."
    "siz Nazım hikmet'i kogusunuza istemişsiniz.veririm vermesinede,ayrı bir koguşa geçmeniz gerekir.yanlız, o durmadan yazar. yazılarının dışarı gitmesi,gelmesi için yardım eder,mahkumu isyana teşfik ederseniz, sizi zincire vururm, bunuda bil!"

    "yapmam. hiç bir sey yapmayız. o bizimle oldukça hiç bir sey yapmayacagız. namus sözü veriyorum."

    savcının yanından cıkınca kogsa gittim.baktım ki eşyalar yeni koğuşa tasınmaya başlamış.yeni koguşa tasındıgımızda, Nazım babada biraz sonra eşyalarıyla geldi. zaten pek bir eşyasıda yoktu. kalktım elini öpme istedim vermedi, boynuma sarılıp beni öptü.

    "abi" dedim, "senin suçun ne? niye yatarsın burada?

    "benim suçum kalemimdir.şiirlerimdir.insanları sevmemdir.memleketimide çok sevrim."

    peki abi, biz yazmasını bilmeyiz ama, bizde insanları severiz . insanlara kötülük gelmesin diye işler yaptık. haksızlıga tahammül etmeyiz, haksızlıga uğrayanın yanında olurz. beim atalarımda bu memleket için savaşmıstır. cenk etmiştir.o zaman bizim bunlardanda suçumuzun olması mı gerekir?"

    "yok, sizin bunlardan suçunuz olmaz. size bunlardan birsey demezler,bize derler. bu yüzdende bana ceza verirler."

    "neden?"

    "çünkü bana kominist diyorlar."

    "kominist ne demek ağam?"

    "işte bu anlattıklarımın, yazdıklarım, düşüncelerim koministlik oluyor."

    ben bu "kominist" sözünü yeni duyuyordum.
    Güldüm:
    "O zaman demek ki, bende koministim de haberim yokmus."

    bu kezde o dev gibi adam güldü:
    "yok olmaz öyle sey.çünkü sen haksızlıkların üzerine silahla gidiyorsun. insan sevgisini, haksızlık yapanı öldürerek göstermek istiyorsun. ben bu işi kalemimle yapıyorum. kalemimle anlatıyorum.senin silahın patladıgı yerde kalır, benim kalemimse bu haksızlıkları anlatarak, bir gün bu düzeni patlatır, anladın mı?"

    hiç bir sey anlamamıstım, ama bu dev gibi yiğit adamı çok sevmiştim.

    artık koguşta çok iyi bir halimiz olmustu. o geçmiş acıları unutmaya çalısıyoruz, yiyoruz içiyoruz, paramız herşeyimiz var. odamıza idareciler gelmeye başladı.onlarıda agırlıyoruz. yediriyoruz, içiriyoruz. iyi bir ortam sagladık. yanlız dige mahkumlarla pek görüşmüyoruz. içerde neler oluyor,neler bitiyor pek haberimiz yok. Nazım baba günde on dakk konusuyosa, onbeş saat yazı yazıyor. bide okuyor yzdıklarını. okuduklarını yavas yavas anlamaya basladık.söyledigi sözler çok hoşumuza gidiyor. bu arada ben avukatım vasıtasıyla Nazım baba'nın yazdıgı yazıları dışarı çıkarıyorum, söyledigi adrese yada kişilere gönderiyorum. savcıya söz verdigimiz için diger mahkumlar arasınapek karışmıyorduk. o nedenlede işte, neler oluyor, neler bitiyor pek haberimiz olmuyordu..

    duyduk ki Feri köylü İbrahim diye biri varmış.bu ikinci müdür gibi davranırmıs.Etrafında sekiz on kişi varmıs. uyusturucu, kumar, içki işleri yapıyor,ceza evini haraca kesiyormus.yanındakilere esrarı hapı veriyor,karsı gelenin üzerine salıyormus. ben şimdi bu Feriköylü'ye fena halde içerlemeye başladım. fakir mahkumu eziyor, parasını alıyor, kumara zorluyor, ceza evinin herseyine el koyuyormuş. fitilli ocaklar bunun tarafından kiraya veriliyor, berber bunun adına çalısıyor falan filan işte. ben şimdi buna dalıcam dalmasınada, Nazım baba, va onun yanında olmaz bu iş..

    işte tam o sırada Ankara'dan gelen bir emirle Nazım baba'yı bizm koğuştan aldılar.

    yeni bölümmmmmmmmmmmm

    işte tam o sırada Ankara'dan gelen bir emirle Nazım baba'yı bizim koguştan aldılar.arkadaslara dedim:
    "baba bizimle birlikte olursa bir sey yapmayacağımıza söz vermiştik. şimdi babayı aldılar.kavil bozuldu. bizden günah gitti. artık tan anlamı ile bagımsızız. önce bize yapılanların acısını, arkadaslarımızın intikamını almalıyız. sonrada bu feri köylü denen adam kimse, onada bir ders vermeliyiz. "

    Şimdi, Nazım baba bizim koğuştan gitti ya, o zamana kadar bizim kogusa ne Feriköylü,nede bir başkası gelebiliyordu.. ama baba gidince, daha aradan 3 saat geçmeden, Feriköylü yanında 8, 10 adamı ile bizim kogusan kapısına dikildi..

    "siz "dedi. "kötü haller gösteriyorsunuz.çok ileri gidiyorsunuz.beni tanımıyorsunuz.bende izin almdan bir şeyler yapıyorsunuz.bu hapisanede benden izin olmadan kuş bile uçamaz.yoksa hepiniz yakarım."

    ayaga kalktım.üzerimde hiç bir alet yok.bunlar on kişi varlar.Feri köylü'ye yaklaşırken, idamlık koca Mustafa ömüme geçti.beni kenara çekti.sonra Feriköylü'ye:

    "ibrahim bey." dedi."sen bize daha evvel bilgi vermdin.biz buranın yabancısıyız.senin sözündekanundur. bundan sonra yanlış işler olmaz."

    İdamlık Koca Mustafa,hem bizim rahat ortamımızı bozmak istemiyordu,hemde hiç birimizde alet olmadıgı için sekiz on adamla duallo yapmamızı uygun bulmuyordu.nede olsa tecrübeli bir mahkumdu.oysa ölüm ölümdü.Koca Mustafa, bıraksa hepsine birden dalacaktım.dişlerim ile bir ikisinin bogazını keserdimde,genede yemezdim bu Feriköylü denen itin sözlerini.ama Koca Mustafa'yı saydım ses etmedim.

    Feriköylü giderken:
    "fitilli ocagı benden izin almadan almıssınız. onu gri alıyorum."dedi.

    ve müdürün bize verdigi ocagı çekip aldı.
    ben delirmiş gibiydim. idamlık Mustafa'ya:
    "iyimi oldu Mustafa agbi?"dedim. "herif bizi rezil etti."
    "iyi oldu Abdullah,bir kere bizim silahımız yok.ikincisi adam idarenin adamı. o şimdi bizi sindi sanıyor.bundan sonra bizim üstümüze tedbirsiz gelir. işte ozamn bitirriiz işini.sen merak etme.."

    ocagın alınması işini Nazım baba, duymuş. tutup idareye bir dilekçe vererek ocagın bize geri verilmesin istedi.bunun üzerine müdür geldi, ocagı alma için Feriköylü'nün kısmına gitti. ama Feriköylü,müdüre ocagı vermedi. birde adamlarına ufak bir isyan çıkarttı.bunun adamları voltaya çıkıp bagırdılar:
    "koministlere, Türkiye alehine casusluk yapanlara ocak verilmez."

    şu işe bak! bir ocak amak vatan hainligi oluyor. ama işte bu hareketi ile Feriköylü de idam kararını almış oldu.. artık onu kimse kurtaramazdı. ne adamları nede onun kuklası olmus idare..

    Nazım baba gidince, bizim koğuşa Bursalı Kasapbaşı Mustafa'nın oglu Şadan ile Trabzon'lu alibey'i vermişlerdi. her ikiside yiğit delikalı insanlardı. Şadan, lisesonda iken cinayet işlemiş cezaevine girmişti. daha koğuşa gelir gelmez kanlarımız birbirine kaynadı. aşagı yukarı akrandıkta.Şadan'da bu işi ögrenince içerledi.
    "öldürelim"dedi. "bitirelim bu pisliklerin işini"

    diger arkadaslarda aynı karardaydık. ancak silah meselesi çözülmedigi için biraz daha beklemeye karar veridik. gerçi bu arada bizim fitilli ocakta geri gelmişti ama, Feriköylü ocagı almakla bizm raconumuzu bozmuştu. bu hareketi cezasız kalamzdı.

    babam, konya'dan beri beni ziyaret etmemişt. bir gün çıkıp geldi. Kasap başı Mustafa'dan on adet koç almış. bunların sekizini ceza evine verdi. ikisinide bizim kogusa. ben babamla görüş yaparken, arkadaslarda koçları parçalamış, kiraladıkları 4 adet fitilli ocakta kavurma yapmaya başlamıslardı. bir yandanda sofrayı düzenliyorlar. keyifleri yerine gelmiş durumda. birbirleri ile sakalasıyorlar, türkü söylüyorlar, zulalardaki içkileride cıkarmışlar, alemin başlaması için benimde görüştengelmemi bekliyorlar. onlar böyle neseli neseli hazırlık yaparken Feriköylü kapıya dikiliyor:
    "verin bakalım kiraladıgınız ocakları.hem benden habersiz olarak koç alıyorsunuz,hemde benim opcaklarımda pişiriyorsunuz.birde türkü söylüyorsunuz.benden izn almadan hiç bir seyin olmayacagını hala ögrenemediniz mi?"

    Feriköylü silahlı, adamları silahli. yapacak bir şey yok.bizimkiler ses etmiyorlar.bütün ocakları cekip almış, bizmkiler rica eder olmuşlar:
    "kavurma yapıyorduk,bari pişsinde ondan sonra al."

    "kim dedi size koç kesin diye? banami danııstınız?"
    Feriköylü, imralı'da cinayetten yatarken bir sandalla firar etmiş.Bandırma'ya kadar kürekle gelmiş.ordan Balık esire geçmiş orda yaklalanmıştı.idareye yaptıgı tüm pisliklerden pay veriyordu.herşey onundu içerde, esrar,uyuusturucu,fitilli ocaklar hatta berberde tras olmak bile.ben koguşa dönünce olayı ögrendim.etler öylece, kıpkırmız duruyordu.

    "eee! vakti zamanı geldi bu işin" dedim."bu köpegi artık bitirmeliyz."
    idamlık Koca Mustafa "daha silahımız yok "dedi.kapıda bekleyen hizmetli arkadasa seslendim:
    "getir bakalım, babamızın getirdigi pekmez tenekesini."

    babam bir tenekede pekmez getirmişt. tenekeyi açtım, içindeki pekmezi kaplara çanaklara döktüm.herkez ne yapıyorum diye merakla bana bakıyordu.boş tenekeyi bir güzel yıkadım.sonra tenekenin dibni ortadan kestim.istavroz gibi bir kesik daha yaptım.tenekenin dibi ksildi ama altında bir dip daha vardı.işte o dibin üstünde beze sarılı bir paket duruyordu. paketi aldım, öptüm başıma koydum.
    "işte rabbilaleminin hediyesi ağalar".dedim.

    paketin içinde bir belçika 14'lüsü silah, üç adet tığ bibi kama ve şarjörün dışında onbeş adet de mermi çıktı. silahı belime taktım ve bagırdım:
    "Feriköylü! Feriköylü! köyünün ecdadını gösterecem sana.."


    YENİ BÖLÜMMMMMMMMMM

    ama idamlık mustafa, hemen işe müdahale etti.

    "dur bakalım Abdullah. öyle yagma yok. kim işi bitirecekse kura cekicez. kura kime çıkarsa işi o bitirir.."

    "olmaz"dedim."bu iş benim işimdir,o benim aşıma el koymuştur, beni madara etmiştir.bu işi ben bitirecegim."

    "hepimizin şahsi işidir bu Abdullah.fark etmez kime çıkarsa kura o bititir işi."
    diger arkadaslarda idamlık gibi düşününce, benim yapacak bir seyim kalmadı.hepimizin adını birer kagıda yazıp,kagıtları dürdük ve bir taşın içine koyup karıstırdık..

    Trabzonlu ali bey,
    "hadi bakalım Abdullah, çek bir kağıt"dedi.

    besmele okuyarak,
    "rabilalemin bana nasip et."deyip bir kağıt aldım tasın içinden.
    ellerim titriyordu heyecandan,bana çıkması için nasıl dua ediyordum.kagıdı açtım:

    "tamam"dedim."bana çıktı.rabbilalemin bana nasip etti"

    idamlık koca mustafa elime yapıştı.gülüyordu:
    "ver bakalım şu kagıdı birde biz görelim Abdullah."

    kagıdı aldı okudu:
    "Trabzon'lu Alibey!"

    ben kıpkırmızı oldum.yaptıgım hileden utandım.ama Alibey benim utanmamın farkında bile degildi.
    fırladı kağıdı aldı sevinçle bagırdı:
    "şükürler olsun."

    Trabzonlu Ali bey,hemen kamalardan birini aldı ve cekedinin sol iç cebine,sapı aşagıya gelecek şekilde soktu.ancak bu durumu begenmedi.içki şişelerinin birisinin mantarını aldı,kamanın ucuna taktı ve kamayı sapı yukarı gelecek şekilde gene iç cebine yeleştirdi.

    "böyle daha çabuk çekilir, zamandan kazanırız"dedi.Feriköylü'nün idam kararı verilmişti artık.bizim verdigimiz bu idam kararı hakimlerin verdiğinden çok daha adildi.bi kere bu Feriköylü pislik bir adamdı.yapmadıgı rezalet yoktu.bizi kendini öldürmeye zorlamıştı.sonra, bu işin sonunda sanşlarda eşitti.olur ya biz onu öldürecegiz derken o bizi öldürebilirdi.hakimler için böyle bir sey yok tabi..kalemini kırdımı, kimin dosyasına imza atıp kalemini kırdı ise,onun kafası koparılır demekti bu..

    ben bunları düşünüyordum ve hala kendime gelemmiştim..hem kuranın bana çıkmayısına üzülüyordum,hemde yaptıgım hileden utanıyordum.Trabzonlu Ali bey'e:
    "ağam" dedim,"ver şu işi bana,ben yapayım şunu"
    elini omzuma koydu:
    "bak Abdullah.büyk işler yapmış birisin.ama tecrüben daha erken.bu alemde böyle şey olurmu?diyelimki sana verdim bu işi..sonra ben,Trabzonlu Ali olarak, nasıl bakarım milletin yüzüne?ha?dogru söylemiyormuuyum?ne derler?korktuda işi verdi demezlermi?"

    gene utandım, gittim Alibey'in elini öptüm."Allah yardımcın olsun ağam, ama izin verde bende geleyim seninle.bunun adamları falan kıpraşır,puştluk yaparlar.bende yanında olayım onlara engel olurum."

    "olur"dedi Alibey,"bak bu olur. haydi gel birlikte gidelim."

    hiç beklemeden, hemen ikimiz birden dışarı fırladık.arkadaslarla helalleşmedik bile. o hızla voltaya çıktık.biz daha iki volta atmadan, Feriköylü ve adamları idare tarafındaki kapıdan çıktılar. yanında 3 adamı vardı.ali bey hemen önüne dikildi. Feriköylü hiç aldırış bile etmedi.Alibey yüksek sesle bagırarak sordu:

    "bizim ocakları aldın feriköylü! biz bundan sonra nele yemek pişirecegiz?"

    ben hiç ses etmeden duruyordum.Feriköylü çevreye bir bakındı, anlaşılan kendini emniyette görüyordu.onlar 4, biz 2 kişi. onlarda silah va bizde yok sanıyor.oda Alibey'den daha yüksek sesle bağırdı:

    "banamı danıstınızda ocak aldınız ulan! yemeginizinde içine s*çtırmayın bana şimdi..."

    Feriköylü daha sözünü dahi bitirememişti. belki daha da başka şeyler söyleyecek,küfürde edecekti.Alibey'in eli şimşek gibi iç çebine gitti. kamanın parıltısı göründü havada.Feriköylü fak etmedi bile kamanın çıktığını. aynı anda tam kalbinin üsütüne bastırıverdi alibey.. koyun keserken bıçagın boyun kemigine dayandıgında,çıkan ses gibi "hart" diye bir ses duyuldu.önden,kalbin üstünden giren kamanın ucu, Feriköylü'nün sol kürek kemiginin altından çıktı.öylece kama kalbinin üstünde çıkılı olarak yere yüzükoyun yıkıldı Feriköylü..gık bile diyemedi. adamlarıda daha ne oldugunu daha kavrayamamışlardı. Alibey o kadar hızlı hareket etmiştiki,ne yaptıgı belli bile olmamıştı. neden sonra adamları Feriköylü'nün üzerine dogru eğilecek oldular.elim cebimde silahtaydı.bagırdım:
    "tek durun lan! tek durun beyninizi patlatırm."

    geri geri çekildiler.hayretle korkuyla yerde yüzkoyun yatan Feriköylü'ye bakıyorlardı.

    Feriköylü oracıkta öldü.Alibey'i de hücreye aldılar..

    şimdi bu feriköylü ortadan kalkınca,daha evvelsinde,Feri köylünün koğuşunda yada kontrolünde oynanan kumar,bu sefer artık her kogusun agası tarafından oynatılmaya başlandı..bir pislik gitmiş, yerine bin pislik gelmişti.artık sabahtan akşama kadar her koguşta kumar oynatılıyordu. fakiri soyuyorlar,oynamayanı zorla oynatıyorlardı.ben bu işe el atmayı düşünüyordum ama, daha önce yapılacak işlerim vardı.arkadslarımın ölümüne sebep olan müdür ve baş gadiyanı ortadan kaldırmak gerekiyordu..bunun hesabını planını yapıyordum.tabii durumu arkadaslarımda biliyorlar.yanlız İdamlık Koca Mustafa, bu iş için daha zamanımız oldugunu söylüyordu.acele etmeyelim diyordu.bu nedenlede benim silahı taşımamamı istedi. yanlış bir hareket yaparsam arada beni ortadan kaldırırlar diye düşünüyordu.çünkü Feri köylünün öldürülmesi olayından sonra idarenin bütün gözü yine bizim üzerimizde toplanmısıtı.bende .idamlık koca Mustafan'ın sözünü tuttum ve silahı Kasap başı Mustafa'nın oglu Şadan'a verdim.zaten birlikte voltaya çıkıyorduk.yani birsey olsa,nasılsa birlikteyiz.silah ha onda ha bende.fark etmiyordu. iş, bu idarecileri nasıl olup da bir araya getirecegimize ve hapsini birden nasıltemizleyeegimize kalmıstı. bunların hesabını yaparken günler geçiyordu..

    bir gece sadan,
    "bizde gidip kumar oynayalım dedi"
    "oynamayalım.ben zaten kumarı sevmem.üstelik dikkat çekeriz,başımıza iş alırız."dedim.

    ama Şadan ısrar etti.
    "karışma ağbi sen." dedi."gidip oynayalım egleniriz biraz"
    Şadan'ı kıramadım.. kalktık gittik.

    kumar kızışmış.ortadaki para büyümüş,kıran kırana bir mücadele başlamıştı.Şadan kumara girdi.zengin adam kumarda daima çok para çeker.Şadan'da üç beş zar attı, parayı tertemiz etti.o zamanın parasıyla 180 binlira adı.büyük para bu.artık kumar dagılacaktı. Şadan bir kıyak yapıp kaybedenlere açıldı, Müdür, başgardiyan ve baş cavuş içeri girdiler.Şadan ortadaki paradan dagıtacagını dagıtmış, gri kalanı topluyordu.

    müdür:
    "ulan puşt!" dedi. o****spu ç***cugu! benden izinmi aldınızda kumar oynuyorsunuz!" Şadan ayaga kalktı, yüzü saprarıydı. bir şey diyecekti ama müdür konusmasına fırsat vermeden Şadan'a bir tokat attı.. küfretmeye devam etti..

    Şadan gururlu, mert ve yiğit bir delikanlıydı. ben ne yapalım diye çağreler araken, Şadan birden belindeki silahı çeki ve müdüre bir el sıktı.arkadan atılan ve bize her türlü zulmü yapan başgardiyanada bir tane sıktı. baş çavuş elini beline atıp silahını çıkarmak istiyordu. Şadan bir tanede buna sıktı. arkalarındaki gardiyanlar, daha ne yapacaklarna karra vermeden, ben belindeki kamayı çıkarıp bunların aralarına bir daldım, anında üçün birden yere yıktım. ayakta kalan gardiyan takımı ise çil yavrus gib dagıldı. arkalarına bakmadan kaçıyorlardı. idarenin üç gaddar adamı, üçüde cansızdı. benim vurdugum üç gardiyan ise yerlerinden doğrulmak, kaçmak istiyorlardı, ama korkuyorlardı bir daha vururum diye.koğuştaki kumarcılar falan hepsi,açık kalan kapıdan dışarı kaçmaya başladılar.olmayacak işti Şadan'ın yaptıgı çilginca bir cesaretti.mahkumlar kaçışırken Şadan aldığı parayı postun üzerine attı.

    "alın" dedi,"pay edersiniz. bundan sonra bana para lazım olmayacak." sonra yerde yatan cesetlerin üzerinden zıplayarak koğuşumuza döndük.koğuşun kapılarını kilitledik, arkasına ne kadar eşyamız varsa yığdık. Şadan'ın cinayeti silahla yapması yüzünden, idare bizm hepimizde ateşli silah olacagından korktu.gelip biz almadlar.Vali,jandama komutanı falan hepsi geldiler.olayda fail olarak Şadan,iştirak olarakta ben görünüyordum.bu nedenle olayın içinde görünmeyen idamlık Mustafa, bizim adımıza idare ile pazarlık yaptı. pazarlık sonucunda işkence yapılmamak üzere teslim olduk.Şadan silahı verdi, bende kamayı teslim ettim.ikmizde kapalıya alındık.idarecilerin öldürlmesinde benim müdahalem olmamıştı. ben yanlızca üç gardiyanı yaralamıstm.esasında onlar benim öldürmem gerekiyordu. ama Şadan bu işi bana bırakmadı. böylece o b*k çukurunda ölen arkadaslarımızın intikamı,yiğit şadan tarafından alındı.

    çok kısa sürede mahkemeye çıkarıldık.savcı Şdan'a idam, banada iştirakten onbeş yıl istedi.adımız çıkmıs bir defa, oysa ben ölümlere karışmamıştım. o işe müdahalem olmadığı halde, bana onbeş yıl verdiler.Şadan'a da idam. benim arkamdaki cinayetlerin davaları bitmeden,yeni bir davadan ceza almıştım.mahkemenin devamı cezaların temyize gidişi ve Şadan'ın idam edilişi,altı ay sürmedi.babası o kadar varlıklı ve söz sahibi olmasına ragmen,Şadan'ı o civan gibi delikalıy altı ay sonra astılar. İnönü hükümetiydi ozamnlar suistimal yoktu yani.idamları azami ik sene içinde infaz ederlerdi.işi hemen bititrir, sallandırırlardı adamı,Şadan'a ise bu kadarz aman tanımadılar.Şadan idam edilmiş,Trabzonlu Ali bey idamla yargılanıyordu.koguşumuzda tat tuz kalmamıştı. kısa süre sonra ise, benimle birlikte on kişiye izmir'e sürgn çıktı.Trabzonlu Ali Bey ile idamlık Koca Mustafa Bursada kaldılar.
    kim o deme bosuna..
    benim, ben.
    oyle bir ben ki gelen kapina,
    bastan basa sen..

  2. #2
    BAŞÇAVUŞ
    senay Hatiri sayilir tecrubeli uye senay Hatiri sayilir tecrubeli uye senay Hatiri sayilir tecrubeli uye senay Hatiri sayilir tecrubeli uye senay Hatiri sayilir tecrubeli uye senay Hatiri sayilir tecrubeli uye senay Hatiri sayilir tecrubeli uye senay Hatiri sayilir tecrubeli uye senay - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Feb 2006
    Yaş
    41
    Mesajlar
    278
    Post Thanks / Like
    Teşekkür
    0
    Thanked 16 Times in 12 Posts
    Tecrübe Puanı
    398
    abi roman mı bu

  3. #3
    merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Dec 2005
    Nerden
    Çorum ve Bartın
    Yaş
    79
    Mesajlar
    881
    Post Thanks / Like
    Teşekkür
    256
    Thanked 2.576 Times in 320 Posts
    Tecrübe Puanı
    1440
    sağol entegre.çok ilgimi çekti,bir solukta okudum,enaz onbin kitaplık bir kütüphanem var evde,okuyacak birşeyim kalmadı diyordum,ama varmış,bunu hiç duymamıştım.Araştırdım,ben de ilaveler yapayım bari.....
    Konu merdal tarafından (02-10-2006 Saat 19:34 ) değiştirilmiştir.

  4. #4
    merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Dec 2005
    Nerden
    Çorum ve Bartın
    Yaş
    79
    Mesajlar
    881
    Post Thanks / Like
    Teşekkür
    256
    Thanked 2.576 Times in 320 Posts
    Tecrübe Puanı
    1440
    Nazım'ın eşkıyaları

    Antep'in efsanevi eşkıyalarıydı. Bursa Cezaevi'nde N‰zım Hikmet'le birlikte yattılar. Onlar Nazım'a eşkıyaları, Nazım da onlara insanı sevmenin biçimlerini ve şiiri öğretti.

    AYDIN BOLKAN/CUMA KARATAŞ

    'Antep sıcak/ Antep çetin yerdir/ Antepliler silahşör olur/ Antepliler yiğit kişilerdir..." Karayılan Hikayesi'ne ait bu dizeler, Nazım Hikmet'in Kuvayi Milliye Destanı'ndan alındı... Nazım, Kuvayi Milliye Destanı'nın büyük bölümünü Bursa Cezaevi'nde yazdı. Nazım, bu destanına konu olan Karayılan'ı, aynı dönemde Bursa Cezaevi'nde

    yatan Antepli eşkıyalardan; Abdullah Palaz'dan ve Cuma Yalçın'dan (Çolak Cumo) dinledi ve destanlaştırdı.

    Nazım'ın eşkıyalarından Abdullah Palaz, Şahinbey'in sağ kolu olarak Antep'in savunmasında yeralan ve kentte efsaneleşen Kilisli Savcılı aşiretinin reisi Ali Ağa'nın oğludur.

    "Azrailin Diğer Adı Abdullah Palaz" ismiyle hayatını kaleme alan Dr. Turhan Temuçin'e göre Abdullah Dayı, kimilerine göreyse "Antep Canavarı" olan Abdullah Palaz, 38 ayrı cezaevinde 48 yıl hapis yattı. Yargılandığı cinayet sayısı 19, gizli kalmış, yargıya düşmemiş ya da kanıt yokluğundan beraat ettiği cinayet sayısı ise 24...

    Palaz, Temuçin'e cezaevi yaşamını şu cümlelerle anlatıyor: "Dört kez idam yedim, 740 yıl hapis kestiler. 48 yıl 38 ayrı cezaevinde hapis yattım. Ben Abdullah dayıyım, baba değilim..." Palaz'ın 48 yıl boyunca yattığı bu cezaevlerinden bir tanesi de Bursa Cezaevi'dir...

    Nazım'la ilk karşılaşma

    Abdullah Palaz ve 11 arkadaşı, Afyon Cezaevi'nde bir kişiyi öldürüp, 59 kişiyi yaralayınca Bursa Cezaevi'ne gönderilirler. Bursa Cezaevi'nde, ceza olarak kanalizasyonun içine atılan Palaz ve arkadaşları, kanalizasyon çukurunda uzunca bir süre bekletildikten sonra, hortumla yıkanarak cezaevi koridoruna bırakılırlar...

    Atıldıkları koridorda sürekli su isteyen bu 12 kişiye, cezaevi idaresinin korkusuyla hiçbir tutuklu yaklaşmaya cesaret edemez... Biri dışında: O kişi, Nazım Hikmet'tir. Nazım Hikmet, Palaz ve arkadaşlarına su ve sigara verir. Bu durum, Dr. Turhan Temuçin'in kitabında şu cümlelerle yer alıyor: "Asker bozması kaputtan paltoyu omuzlarına atmış, saçları karmakarışık, gözleri çakmak çakmak dev gibi bir adam demir parmaklıkların önüne geldi. Demir parmaklıklara tutunup içeriye baktı. Yerde yatanları gördü. Bizim halimize baktı. Sonra koşarak gitti. Biraz sonra elinde bir testi ve bardakla geri geldi. Bardağa su doldurup içeri uzattı..."

    Suyu içtikten sonra o 'dev gibi adam'a teşekkür ettiklerini anlatan Palaz, unutamadığı karşılaşmayı şöyle anlatıyor: "O hiçbir şey demeden cebinden yeşil renkli bir sigara paketi çıkarıp içinden üç tanesini kendine ayırdı, gerisini bize verdi. Köylü sigarasıydı verdiği. Kibritini çakıp sigaramı yaktı. 'Geçmiş olsun ağalar' dedi. O dev gibi adam, 'geçmiş olsun, gene görüşürüz' deyip arkasını döndü gitti..."

    Palaz, Nazım'ın arkasını dönüp gittiği sırada karşılaştığı bir mahkuma, "Baksana arkadaş, şu giden adam kim?" diye sorar. Mahkum, 'dev gibi adam'ın arkasından bakarak, "O mu? Şairdir, yazardır, tarihçidir. Aynı zamanda da vatan hainidir" der.

    Aldığı cevap karşısında çok şaşırdığını söyleyen Palaz, bu "vatan haini" şairin adını öğrenmek ister ve korkudan koşar adımlarla uzaklaşan mahkuma, "Adı ne lan?" diye sorar. Mahkum arkasına dönüp bağırır: "Nazım Hikmet! Komünist Nazım Hikmet!" Palaz, uzaklaşan mahkumun ardından şöyle bağırır: "Ulan puşt! Hiç birinizin kıçı sıkmadı bize bir yudum su vermeye, o verdi de onun için mi vatan haini oldu!" Palaz ve arkadaşları, daha önce Konya ve Afyon cezaevinde 100'ü aşkın mahkumu yaraladıkları için cezaevi müdürü tarafından tecrite konulmak istenirler.

    Ancak Palaz'ın, Nazım Hikmet'le aynı koğuşta kalmaları durumunda cezaevinde hiçbir olaya karışmayacağı sözünü vermesi üzerine tecritten vazgeçilir ve Nazım'la aynı odada kalmalarına izin verilir. Palaz'ın Nazım'la arasında geçen ilk diyalog ise şöyledir:

    "Abi dedim, senin suçun ne? Niye yatarsın burada? Dedi ki; 'Benim suçum kalemimdir. Şiirlerimdir. İnsanları sevmemdir, memleketimi sevmemdir.' Yazmasını bilmeyiz ama biz de insanları severiz. İnsanlara kötülük gelmesin diye bunca işler yaptık. Haksızlığa tahammül etmeyiz, haksızlığa uğrayanın yanında oluruz. O zaman bizim bu yüzden de suçlu olmamız gerekmez mi? dedim. 'Yok, sizin bunlardan suçunuz olmaz. Size bundan bir şey demezler, bize derler. Bu yüzden de bana ceza verirler. Çünkü bana komünist diyorlar. Anlattıklarım, yazdıklarım, düşüncelerim komünistlik oluyor' dedi.

    O zaman demek ki ben de komünistmişim de haberim yokmuş dedim. Bu kez de o 'dev gibi adam' güldü ve şöyle dedi: "Yok olmaz öyle şey. Çünkü sen haksızlıkların üzerine silahla gidiyorsun. İnsan sevgisini, haksızlık yapanı öldürerek göstermek istiyorsun. Ben bu işi kalemimle yapıyorum."

    Nazım Antepli Abdullah Palaz ve arkadaşlarıyla bir süre aynı koğuşta kalır. Nazım'ın yazdığı yazılar ve şiirler, Palaz ve arkadaşları tarafından cezaevinden çıkarılarak ilgili kişi ve adreslere götürülür. Ancak, bir süre sonra Ankara'dan gelen bir emirle Nazım'ın koğuşu değiştirilir. Palaz ve arkadaşları savcıya verdikleri sözün bittiğini düşünerek, Feriköylü İbrahim isimli cezaevi kabadayısını vurunca, Sinop Cezaevi'ne gönderilirler.

    1991 yılında Şartlı Salıverme Yasası'yla tahliye olan Abdullah Palaz, Dr. Turhan Temuçin'e misafir olur ve yaklaşık bir ay boyunca hayat hikayesini anlatır. Dokuz ay sonra ölecek olan Palaz, "Azrail'in Diğer Adı" adıyla yayınlanacak kitap için şunları anlatır: "Sinop Cezaevi'nde yatarken onun bir şiirini getirmişlerdi bana Antep'ten... Kurtuluş Savaşı Destanı adlı kitabında vardı. Ezberledim o şiiri. Şimdi bile o şiiri ezbere söylerim. Antepliler için yazmış Nazım Baba... Sanki bu şiiri babamı düşünerek yazmış... Babam tıpkı Nazım Baba'nın anlattığı gibi bir Antepli idi: 'Antepliler şilahşör olur/ uçan turnayı gözünden vurur/ kaçan tavşanı ard ayağından vururlar/ ve Arap kısrağının üstünde/ taze yeşil selvi gibi ince dururlar...' Babam da tıpkı böyleydi. Yiğit, silahşör bir kişiydi. Mavzeri tek elle kullanır, kaçan tavşanı art ayağından vururdu..."

    Çolak Cumo'nun çiğköftesi

    Nazım'la Bursa Cezaevi'nde yatan ikinci eşkıya ise Cuma Yalçın ya da nam-ı diğer Çolak Cumo'dur. Çolak Cumo, halasını vurunca 2 yıl boyunca dayılarıyla birlikte dağda gezer. Suriye'de yakalandığında ise Türkiye'ye teslim edilir. Çolak Cumo, değişik dönemlerde toplam 30 yıl hapis yatar. Bunun 8 yılı Bursa Cezaevi'nde geçer.

    Çolak Cumo, Bursa Cezaevi'nde Nazım Hikmet'le bir süre aynı koğuşta kalır. Oğlu Mustafa Yalçın, babasının Nazım'la olan diyaloğunu şöyle anlatıyor: "Nazım Hikmet'le aynı cezaevinde olan babam, bir gün çiğköfte yoğuruyor. Çiğ köftelerin biri diğerinden farklı değil. Nazım babama dönerek, 'Kel Cumo, bizim savunduğumuz ilke de budur, birisi diğerinden farklı olmayacak' diyor. Babam, Nazım'dan etkilendiği için dokuma işçiliğini öğreniyor. Daha sonra Antep İplik Kooperatifi kurulduğunda fabrikaya ortak oluyor. Demokrat Parti affından faydalanınca, bir daha kan davasına bulaşmamak için memlekete gelmek yerine Bursa'ya yerleşmeyi tercih ediyor. Bursa'da bir kahvehane açıyor ve nişanlanıyor. Bursa kabadayılarıyla başı derde girince, nişanlısının kardeşleri yardımcı olmuyor, bunlardan birini yaralıyor ve Bursa'dan ayrılmak zorunda kalıyor." Mustafa Yalçın, babasının hayatta olduğu sürece kendilerine sık sık Nazım'ı anlattığından söz ediyor: "Babam, Nazım'dan öylesine etkilenmişti ki, bu yüzden yaşadığı olayları hep bizden gizledi. Kan davaları devam etsin istemedi. Bunda Nazım'ın büyük bir etkisi vardı."

    Antep ve yöresinde nam salan eşkıyalardan biri olan Çolak Cumo, Hasan Kıyafet ve Yaşar Kemal'in hikayesini yazma talebini reddeder. Gerek ailelerinin anlatımında, gerekse Temuçin'in kitabında Çolak Cumo ile Abdullah Palaz'ın aynı hapishanede yattıklarına ilişkin bir emare bulunmamakla birlikte, ressam İbrahim Balaban'ın "Damdakiler" isimli kitabında, Antep'in bu iki efsanevi eşkıyasının; Palaz'ın ve Çolak Cumo'nun aynı koğuşta yattığını gösteren bilgilere rastlamak mümkün.

  5. #5
    merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Dec 2005
    Nerden
    Çorum ve Bartın
    Yaş
    79
    Mesajlar
    881
    Post Thanks / Like
    Teşekkür
    256
    Thanked 2.576 Times in 320 Posts
    Tecrübe Puanı
    1440
    1940'larda bir komiser, genç kabadayıya unutulmamak için hergün kavga çıkarmasını öğütlüyordu


    Cumhuriyet yıllarında İstanbul'da yeni kabadayılar türedi. Malatyalı Hüseyin, Kasımpaşalı Sultan, Arap Reyhan. Hep tek başlarına yaşayan, bileğine ve yüreğine güvenen, muhitinde itibarlı insanlardı...


    Anadolu'daki tüm kentlerde kabadayılar yaşıyordu. İstanbul'a göre, giyim kuşamları, külhanbeylerine daha yakındı. Zamanla bu fark iyice belirginleşti ve yumurta topuklu sivri burunlu ayakkabılar giyer oldular. Yakası açık gömlekler, omuza atılmış ceketler... Öyle parası pulu olan insanlar değillerdi. Çoğunlukla küçük esnaftılar. Kimileri kahve işletiyordu; kimileri küçük dükkan sahibiydi...


    Ankara'da, kabadayıların çoğu genelevin bulunduğu Bentderesi civarını mesken tutmuşlardı. Günlerinin önemli bir bölümünü genelevdeki kahvede geçiriyorlardı. Yeni yetme bir delikanlının, kabadayılığa ilk adımı, eline bıçağını alıp, Hulusi'nin çay ocağının önünde nara atmasından geçiyordu:


    - Var mı ulan bana yan bakan?


    Sonra küfürleri ardarda sıralıyordu. Kahvedeki kabadayılardan biri ayağa kalkıp, itiraz edince kavga başlıyordu. O kabadayıyı madara ederse ne ala! Edemezse, kabadayılık aleminin eşiğinden yüzgeri gidiyordu.


    Bazan da bu gençlere kimse ses çıkarmıyordu. Başka kabadayıların koltuğunun altında büyüdükleri için görmezden geliyorlardı. Böylece namı yürümeye başlayan genç, kavgalara girdikçe sivriliyordu.


    Zaten tavsiye edilen de kavgalardan kaçmamalarıydı. 1940'larda, genelevdeki bir komiser, genç bir kabadayıya nasihatta bulunuyordu:


    - Burada isminin yürümesi için hergün kavga yapmalısın, hergün hadise çıkarmalısın. Yoksa unutulursun.


    Kabadayı, geneleve herkesin gittiği saatlerde gitmezdi. O, mesaiden sonra gider; özel olarak ağırlanırdı. Eğlence sırasında da kadınlar onun yanında çıplak ve serbest oturamazlardı.


    Sivrilen bir kabadayı, genelevdeki bir hayat kadınını ‘dost’ tutardı. Kadın başka bir kente kaçarsa, kabadayı onu geri getirmek zorundaydı. Kürt Kemal, dostunu Zonguldak genelevinden geri getirmişti. Başaramasa namı sarsılırdı. ‘Dost’ları, kabadayıların gelir kapısıydı:


    - Benim tankerim var...


    - Benim otobüsüm...


    O kadınları böyle adlandırıyorlardı kendi sohbetlerinde. Genelev civarına uğramayan kabadayılar da vardı. Onlar, genelev kadınından para almayı ‘pis iş’ kabul ediyorlardı.


    DEĞİŞİM 50'LERDE BAŞLADI


    1950'lere doğru, birbiri ardına barlar, kulüpler açılmaya başlandı. Yeni Bar, Harem Bar, Lil Bar... Ve bu barlardan haraç alan kabadayılar türedi. İçmesini bilmeyen, sokakta naralar atan kabadayılar çıktı.


    İstanbul'da da gayri meşru alemden uzak duran kabadayılar yavaş yavaş tükenmeye başladı. Demokrat Parti iktidarının kalkınma hamleleri, kentlere göç olgusunu başlattı. Göç dalgasından en çok etkilenen kent, İstanbul'du. Koca kent köyleşirken, kentin rengi olan azınlıklar da giderek azalıyorlardı. İstanbul'un levantenlerinin soyu tükeniyordu. Siyah takım elbiseli, papyon kravatlı, saçları biryantinli, elleri beyaz eldivenli, Rum ve Ermeni garsonlar, meyhanelerden birer ikişer çekiliyorlardı.


    Arap Yaşar, Bahriyeli Ethem, Osman San ve Kıvırcık Muzaffer, giderek geri plana itiliyorlardı. Toplumun vitrinindeki yerlerini kaybetmişlerdi! Ustura Kemal'i, çizgileriyle ölümsüzleştiren Haldun Sevel, o kabadayıların son dönemlerine yetişmişti. Salacak'ta oturuyordu, 14-15 yaşlarında, kız arkadaşıyla elele dolaşan, Kıvırcık Muzaffer'in Karlıkbayırı'ndaki çay bahçesine giden bir gençti henüz. Geceleri de rahatlıkla dolaşıyordu, sokaklar güvenliydi hala. Üsküdar'daki Dutlu Kahve, Sevel'in belleğine, o günlerde öyle bir yerleşti ki, hiç unutmadı:


    XXXXXX


    ‘‘Dutlu kahvede çok eski bir kabadayı otururdu. Vatmandı, Ethem Pehlivan. Yeni yetişen gençler olarak biz de o kahveye giderdik. ‘Delikanlılık sonuç değil başlanğıçtır. Delikanlı insan ilerde gaspçı da olur, külhanbeyi de. Ya da bizim gibi babayiğit olur' derdi.


    Kahvede, tuhaf adamlar vardı. Belki Toptaşı cezaevinden gelirlerdi! Başları traşlı, yüzleri yaralı, pala bıyıklı adamlardı, yüksek sesle gülüşürlerdi. Ethem Pehlivan, oturduğu iskemleden şöyle bir geri dönüp, baktığı zaman tüm sesler kesilirdi.’’


    Oysa Ethem Pehlivan, 70 yaşlarındaydı. Onlara yapabileceği bir şey yoktu! Ama o pala bıyıklı adamlar, yaşlı kabadayıya saygı gösteriyorlardı. Çünkü kötü bir söz işitmek istemiyorlardı: ‘‘Zengini göz öldürür/ Aşığı yüz öldürür/ Yiğidi bıçak kesmez/ Bir kötü söz öldürür. ’’


    Kabadayılar, bu maniyi dillerinden düşürmüyorlardı. Haldun Sevel, kabadayılığın özünü bu dörtlükte buluyor:


    ‘‘- Kabadayılık bir tür Ahilikti...Bugün Fehim Paşalar sardı ortalığı...


    İçi boşalan racon kavramından, delikanlılıktan çok söz edilmesini de ‘özlem ve vicdan azabı’’ ile açıklıyor:


    - Yaptıkları çirkinlikten eziklik duydukları için delikanlılığa sığınmaya, saklanmaya çalışıyorlar. O nesil öldü; savaş yorgunu, çilekeş nesil yok oldu...


    XXXXX


    Sevel'in sözünü ettiği farklılaşma, kabadayıların yeni mali kaynaklar bulmalarının doğal bir sonucuydu. Kabadayılar, 1950'lerden itibaren gayrimeşru kazanç kapıları bulmuşlardı kendilerine. Bar ve pavyonlardan, eğlence yerlerinden haraç almaya, kumar oynatmaya başlamışlardı.


    İkinci Dünya Savaşı sonrasında, uyuşturucu kullanımı yaygınlaşmıştı. Geleneksel uyuşturucu olan afyon ve esrarın ağırlığını, giderek morfin ve sonra da eroin alıyordu. Tek tük ‘hapçı'lar görülüyordu etrafta. Kabadayıların bir bölümü, uyuşturucu trafiğine ilgi gösteriyor; bir bölümü de yeni ufuklara kaçakçılık sayesinde açılıyordu. Artık parayla tanışıyorlardı...


    Kaçakçılık, önce kahveyle başladı. Kahveyi, yedek parça ve elektronik eşya kaçakçılığı izledi. Silah kaçakçılığının ortaya çıkması için ise 1960'ları beklemek gerekti. O yıllardan itibaren kabadayılar, yavaş yavaş silahlandılar. Koltukaltındaki saldırmaların yerine tabancalar kondu.


    İstanbul'da bu dönemdeki kabadayıların en ünlüleri, Tahtakaleli Kemal, Doktor Niyazi, Oflu Hasan (Hasan Cevahiroğlu), Hüseyin Hüsnü Mutlu'ydu.


    1950'de ve 1960'taki genel aflar, cezaevlerinin kapılarını ardına kadar açtı. Çeşitli suçlardan cezaevine girenlerin dışarı çıkması kabadayılık alemindeki değişimi hızlandıran etkenlerden biriydi. İpten kazıktan kurtulanlar, bir hışımla daldılar aleme...


    Herşey ‘sulanmaya' başlamıştı. Çarşıkapılı Battal Ağa, racon kesen eskilerin son temsilcisiydi. Racon kesen hakem heyetlerinin de sonu geliyordu. Onun yerini, giderek sözü geçen kabadayıların kendisi almaya başladı. ‘Yeni tip racon kesme', daha çok bir kabadayının arabuluculuğu biçimindeydi. Anlaşmazlık konuları da kadın, kız meselesi olmaktan çıkmış; para getiren bir alanın ya da işin paylaşımına dönüşmüştü.


    XXXXXX


    Kabadayıların emniyet ile ilişki tarzları henüz değişmemişti. Polisle iyi geçinmeye özen gösteriyorlardı. Polise, jandarmaya saygıda kusur etmezlerdi. Eskiden olduğu gibi polis onların kimi davranışlarını hoşgörüyor; onlar da buna karşılık aranan bir suçluyu bulup teslim ediyorlardı. Teslimde tek koşul, dayak atılmaması; hakaret edilmemesiydi!


    Ankara'nın ünlü kabadayılarından Binali Okan, polis kendisine herkesin içinde küfür edince dayanamamış; saldırmıştı. Karşısında 20'den fazla polis vardı ve yine de gözünü karartmıştı. Ancak 7-8 polise yumruk sallayabilmiş, sonra da aralarında kalmıştı tabii ki...


    Kimi kabadayılar, ‘‘Beni Şube'ye götürmeyeceklerini bilsem her gün bir adam öldürürüm’’ diyorlardı. Tümündeki, bu korkunun asıl nedeni dayaktı. Karakolda ya da Emniyet'te atılan bir tokat, kabadaya ağır hakaret demekti. Laf, büyük bir hızla etrafa yayılırdı:


    - Polis, onu yatırmış. İndirip kaldırmışlar...


    Bu sözlerle falakayı kastediyorlardı. Falakaya yatırıldığı, kum torbasıyla dövüldüğü duyulan kabadayının şöhreti bir anda sönerdi. Çünkü dayak atılması, ‘‘o kabadayının güçlü olmadığının işareti’’ sayılırdı.


    O dönemde de kabadayı dediğin adamın, emniyette, adliyede ya da daha büyük bir yerlerde ‘‘arkası' olması gerekliydi. Yüksek yerlerde himaye edeni olan kabadayı hızlı yükselirdi bu alemde...



    Kabadayı ne yapmaz?




    Büyüğe saygı duyar, o sormadıkça söze girmez.


    Kavgaya kadın ve çocuk karıştırmaz, problemini o kişiyle halleder.


    Kabadayı polise, askere saygılı olur, el kaldırmaz.


    Muhitini korur, kadına kıza kötü gözle bakmaz.


    İçki içmeyi bilir; içince etrafı rahatsız etmez; sululuk yapmaz.


    Rakibini arkadan vurmaz. Silahsıza, güçsüze, kadına silah çekmez.


    Kadın ve uyuşturucu satıcılığı yapmaz, gayrimeşru işlere karışmaz.


    Fakire, dula, kimsesize yardım eder.


    Kabadayı, kendi işini kendi görür, tetikçi tutmaz.



    Ustura Kemal en ünlüsüydü


    Kabadayılar, Kurtuluş Savaşını görmezden gelmediler; derhal işgalcilere karşı saf tuttular. Dizi sayfamızın daimi çizgi romanı Üsküdarlı Ustura Kemal, bu kabadayıların en ünlüsüydü... Ustra Kemal'in yaratıcısı Haldun Sevel, eskiyi bugünle karşılaştırırken, ‘‘Kabadayılık bir tür Ahilikti...Bugün Fehim Paşalar sardı ortalığı’’ diyor.

  6. #6
    Emekli Admin entegre taninmis sohret sahibi uye entegre taninmis sohret sahibi uye entegre taninmis sohret sahibi uye entegre taninmis sohret sahibi uye entegre taninmis sohret sahibi uye entegre taninmis sohret sahibi uye entegre taninmis sohret sahibi uye entegre taninmis sohret sahibi uye entegre taninmis sohret sahibi uye entegre taninmis sohret sahibi uye entegre taninmis sohret sahibi uye entegre - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Dec 2005
    Nerden
    ATLANTİS
    Yaş
    48
    Mesajlar
    4.612
    Post Thanks / Like
    Teşekkür
    321
    Thanked 5.110 Times in 932 Posts
    Tecrübe Puanı
    6209
    Teşekkürler @merdal abi. Konular birbirini tamamlamış. Bende senin yazılarını ilgiyle okudum.
    kim o deme bosuna..
    benim, ben.
    oyle bir ben ki gelen kapina,
    bastan basa sen..

  7. #7
    merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Dec 2005
    Nerden
    Çorum ve Bartın
    Yaş
    79
    Mesajlar
    881
    Post Thanks / Like
    Teşekkür
    256
    Thanked 2.576 Times in 320 Posts
    Tecrübe Puanı
    1440
    osmanlı zamanında istanbul un her mahallesinde birer özel itfaiye ekibi vardı. ve bu itfaiye ekibinin başındaki adama kabadayı denirdi. her yangın çıktığında yangına en yakın iki üç bazen dört itfaiye ekibi birden yangına gider ve yangını söndürmeye çalışırdı her söndürülen yangın başına devletten ve halktan para alındığı içın itfaiye ekipleri arasında kavgalar olur ve kavgayı kazananlar bölgelerde itfaiyecilik faaliyetlerine devam ederdi. kavgalarda en önemlı rol kabadayılara düşerdi bu yüzden kabadayılar güçlü kuvvetli ve cesur olmalıydılar. zamanla itfaiye teşkilatı oluşunca bu kabadayılar mahallelerin gönüllü bekçileri haline geldiler. mahallelerde asayişi kontrol ederlerdi ve mahalleli kabadayıya bunu için bakardı zaten en temel kabadayı külhanbeyı farkıda burada gizlidir, birini halk sever öbüründen nefret eder.

  8. #8
    merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Dec 2005
    Nerden
    Çorum ve Bartın
    Yaş
    79
    Mesajlar
    881
    Post Thanks / Like
    Teşekkür
    256
    Thanked 2.576 Times in 320 Posts
    Tecrübe Puanı
    1440
    Kabadayılar hakkında Hakan Türk "adalet gecikmez" adlı bir kitap yazmış.1800 yılından bugüne kadar gelmiş geçmiş tüm kabadayılar anlatılmış,bazı isimler çok enteresan. savcı marlon kemal(bir arkadaşım vasıtasıyla ben de tanışmıştım),nazım hikmet,yılmaz güney,gecero yılmaz,ahmet söylemez,necdet ulucan,nihat akgün,abdullah palaz,kürt idris,necati özdemir,karagümrüklü nuriş,hasan heybetli (muazzez abacı!nın eski eşi),mehmet ipek,mehmet erbakan,tahsin horozhanlı,nurullah çınar,cenk kılıç,hacim yaz(kürt hacim),keşanlı apo,muş'lu metin,güven şengi,atom mehmet,pötürgeli battal ağa,arnavut cafer,kürdo mehmet,nizam aytemiz,mehmet mertoğlu,osman mertoğlu,mehmet ökten,nurettin onay,ince mehmet,düzceli abaza basri ,çilli burhan,arap nasri,kayserili üveys molu(yanlış hatırlamıyorsam kayserispor eski başkanı),dede sultan demircan (cemil'i fenere getirişi unutulmaz),asfalt rıza,süleyman sırrı,karikatür duran yeşilçimen ,külçe mustafa,elazığlı şah ismail,asker mehmet,yığnıkili zülküf ido ulucan,yamyam musto,yığınkili kalaycı mehmet,hiram abbas,nurullah tevfik ağansoy,mehmet ağar,birsu hilal altıntaş,nasrullah ayan,osman ayanoğlu,fatih bayata,abdullah baybaşin,edip baybaşin,hüseyin baybaşin,mustafa sıddık bayram,ali fevzi bir,fatih bucak,sedat edip bucak,nihat buldan,savaş buldan,abdullah cantürk,ağa cantürk,behcet cantürk,hasan evahiroğlu,osman cevahiroğlu,alaattin çakıcı,gençağa çakıcı,ayhan çarkın,abdullah çatlı,musa serdar çelebi,oral çelik,turhan çevik,recep çiçek,kartal demirağa,korkut eken,mehmet eymür,ibrahim genç,kasın gençyılmaz,muradi güler,ergün gür,naci gür,mehmet nabi inciler (inci baba),enis karaduman,dündar kılıç,mehmet köymen,sedat peker,feridun öncel,fevzi öz,yaşar öz,ibrahim şahin,sedat şahin,vedat şahin,ali yasak,yakup kürşat yılmaz, ve diğerleri.

  9. #9
    merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal taninmis sohret sahibi uye merdal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Dec 2005
    Nerden
    Çorum ve Bartın
    Yaş
    79
    Mesajlar
    881
    Post Thanks / Like
    Teşekkür
    256
    Thanked 2.576 Times in 320 Posts
    Tecrübe Puanı
    1440
    alıntıdır : ilişkiler :Süleyman Çakır: Alaaddin Çakıcı + Sedat Peker

    Arslan Akbey:Hiram Abbas + Korkut Eken + Ahmet Cem Ersever + Mehmet Ağar

    Doğu Bey:Mehmet Fuat Doğu(Mit Müsteşarı) + Alpaslan Türkeş + Eşref Sencer + Osman Pamukoğlu

    Esat: Hiram Abbas

    feraye: Fehriye Erdal

    Memati: Muradi Güler (Çakıcı'nın Sağ Kolu)

    Nesrin-Çakırın Karısı: Uğur Çakıcı(Uğur Kılıç)(Çakıcı'nın Öldürttüğü Eşi)

    Duran Emmi: Oflu İsmail

    Seyfo: Haluk Kırcı

    İplikçi Nedim: Nesim Malki

    Şevko:İbrahim Telemen + Aliço (Ali Fevzi Bir)

    Şevkonun Ölmeden Önce Konuşmak İstediği Gazeteci:Uğur Mumcu (nezlinde dürüst Gazeteci)

    Deve Tuncay(Tuncay Kantarcı):Tuncay Mataracı

    Karahanlı (BARON) :Türkiyede Çok Var ==Tuncay Özilhan + Rahmi Koç + Aydın Doğan + Üzeyir Garih + Cavit Çağlar+ Mehmet Nazif Günal+ nuri gündeş + zeynel abidin erdem + mehmet ağar\r\n+ Mehmet Emin Karamehmet

    Laz Ziya: Dündar Kılıç {Çakıcı\'nın Kayınpederi} + Ziya Kalkavan

    Kılıç:Nihat Akgün + İshak Alaton

    Hüsrev Ağa:Abuzer Uğurlu + halis toprak + Hüseyin Baybaşin

    Tombalacı Mehmet:Ali Fevzi Bir + Ömer Lütfü Topal + sudi özkan

    Elif:Avukat Şeyda Yıldırım

    Nizamettin Güvenç : Hüsamettin Cindoruk

    Şahin Ağa: Abdullah Palaz + İskender Çolak

    Behiç Türkcan: Behçet Cantürk

    Barış Bulmaz: Savaş Buldan

    Önder Zülfü Koşal: Ömer Lütfi Topal

    Hüsrevin Yardımcısı Şeyhmuz:Şeyhmuz Daş

    Halo: Halil HAvar ("Müthiş Türk" lakaplı) + sarı Avni

    Laz Ziya'nın Yardımcısı Orhan:Tarık Ümit

    Çakırın Kumarhanesinin Müdürü: Korkmaz Yiğit

    Testere Necmi: Yaşar Avni Musullulu

    Akrep Bekir: Bekir Çelenk + hüseyin baybaşin

    selim: çeçen mafyası

    Abdülhey: ayhan çarkın + Yeşil

    pala:yeşil+ahmet cem ersever + abdullah çatlı

    bedirhizbullah + korucular) veya bedirhan kod (Yeşilin sağ kolu) + İbrahim Yiğit

    Kral: Alaaddin Kanat + General Kod

    mito: mithat alpay+mehmet eymür

    erdal: haluk kırcı

    freud feti: fahrettin aslan

    HALİMCAN KONTURBAYEV=ZELİMHAN YANDARBİYEV(çeçen-içkerya eski cumhubaşkanı..çeçen dışilişkeriyle ilgilenir.. ayrıca cahar dudayev'in en yakın dostlarından,silah arkadaşı)

    OSMAN GAZİYEV=AHMET ZAKAYEV(çeçen komutan,yandarbiyev'in en yakın adamı)

    ETHEM GİRAY=MOVLADİ UGUDOV(çeçen dış ilişkiler sorumlusu)

    Cerrahpaşalılar çetesi: Karagümrüklüler çetesi

    Kürt Bedo: Kürt İdris + hasan heybetli

    İbrahim Ahıskalı: Ali ihsan Ahıskalıoğlu

    A.Bekir: Bekir Celenk

    Samuel Vanunu: Üzeyir Garih + jak kamhi

    Halo\'nun Adamları(İranlılar): Lazem Nazım Esmaelli(Lazo)-Askar Simitko(Simko)

    KİRVE: Sedat Bucak + Abuzer Uğurlu+ Mehmet Ağar + Mustafa bayram + İbrahim Şahin

    İllüminatinin veya Mason Locasının Ankaradaki üyesi: Birçok kişi olabilir

    Kahraman Savcı: Vural savaş + Nuh Mete Yüksel

    Kahraman Emniyet Amiri: Sadettin Tantan

+ Konu Cevaplama Paneli

Thread Information

Users Browsing this Thread

There are currently 1 users browsing this thread. (0 members and 1 guests)

     

Bookmarks

Yetkileriniz

  • You may not post new threads
  • You may not post replies
  • You may not post attachments
  • You may not edit your posts
TOPlist TopSat.Org