+ Konu Cevaplama Paneli
Sayfa 1 Toplam 13 Sayfadan
1 2 3 11 ... SonuncuSonuncu
1 den 10´e kadar. Toplam 122 Sayfa bulundu

Konu: Sorularla İslamı Tanıyoruz.

  1. #1
    sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2006
    Nerden
    Unkown
    Yaş
    37
    Mesajlar
    18.395
    Post Thanks / Like
    Teşekkür
    254
    Thanked 25.680 Times in 4.219 Posts
    Tecrübe Puanı
    24632

    Sorularla İslamı Tanıyoruz.

    Değerli ziyaretçilerimiz bu konu içeriğindeki sorular ve cevaplar alıntı olup kaynakları(kitap,site,ansiklopedi vs.) belirtilmiştir.
    Sizde aklınıza takılan soruları belirterek cevap alabilirsiniz.Fakat bu şu demek değildir her soruya cevap verilecektir.Lütfen belli adap kuralları içerisinde soru soralım.Seviyemizi düşürmeyelim.Ben birkaç örnek soru ve cevap ekledim.
    Faydalı olması dileğiyle saygılarla...




    Soru
    kıyamet koptuğunda simdiye kadar gelmis geçmis tüm insanlar nasıl dünyaya sıkışıcak? insanlar kıyamet koptuktan sonra dünyadamı yoksa evrendemi dirilecek?

    Cevabımız

    Değerli Kardeşimiz;

    1- Dünya ve içindekiler kıyameti beraber yaşayacak ve haşir meydanı çok geniş olarak yeniden yaratılacaktır. Bu açıdan insanların, cinleri hatta bütün varlıkların oradatoplanması bir izdiham oluşturmaz.

    Dünyanın güneş etafında dönmekle başı boş bir hareket yapmıyor. İleride kurulacak Haşir meydanının etrafını çiziyor. Bu kadar büyük bir meydana ne koysan az gelir.
    Konu sanko86 tarafından (19-09-2007 Saat 10:27 ) değiştirilmiştir.
    -Paylaşım yapmadan önce Forum Kurallarını Okuyunuz.

  2. The Following User Says Thank You to sanko86 For This Useful Post:

    kerim2007 (15-10-2007)

  3. #2
    sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2006
    Nerden
    Unkown
    Yaş
    37
    Mesajlar
    18.395
    Post Thanks / Like
    Teşekkür
    254
    Thanked 25.680 Times in 4.219 Posts
    Tecrübe Puanı
    24632
    Soru
    Mahşer günü başladığı andan itibaren insanlar hesaplarının görülmesi için ne kadar zaman bekleyecekler?(MEsela en azından beş yüz sene bekleyecek) Mahşer günü şartları sıcak soğuk vs. nasıl olacak? Herkes aynı şartlarda mı olacak?Normal bir mümin sıcakta bekleyecek mi?

    Cevabımız

    Değerli Kardeşimiz;

    İnsanların toplandığı yer anlamında "Ha.şe.re" fiilinden ismi mekân. İkinci sûr'a üflendikten (nefha-i saniyeden) sonra insanların hepsinin diriltilerek kabirlerinden kalkıp muhakeme edilmeleri için toplandıkları yer anlamına gelir. Mahşere "mevkıf" (insanların muhakeme olunmak üzere toplanacağı yer) zamana da "Yevmü'l-haşr" denilir. Şöyleki: Birinci nefhada (sûr'a ilk defa üflendiğinde) Allah'ın kalmasını dilediği melekler müstesna, canlıların hepsi ölecek, yerin ve göklerin nizamı bozulacaktır. Sonra göklerin ve genişletilen yerin nizamı başka bir şekilde sağlandıktan sonra ikinci nefha esnasında (sûr'a ikinci defa üfürülünce) her insan ve cinnin ruhları, diriltilen bedenleri ile birleşir. Yani ruhları, diriltilen bedenlerine taallûk eder. "Birinci defa sûr'a üflenince, Allah'ın diledikleri müstesna olmak üzere, göklerde olanlarla yerde bulunan kimselerin hepsi düşüp ölecektir. Sonra ona bir daha üfürülecek. O anda görürsün ki ölüler diriltilip ayakta bakınıp duruyorlar" (ez-Zümer, 39/68). Herkes, diriltildikten sonra, "mahşer" denilen yere sevkedilir ve burada toplanır: "...Artık sûra üfürülmüştür. Bu suretle hepsini mahşer'de toplamışızdır" (el-Kehf 18/99). "O gün (haşir günü) yer başka bir yere, gökler de (başka göklere) döndürülecektir. İnsanlar (kabirlerinden kalkıp) bir ve kahhâr olan Allah'ın huzurunda toplanacaklardır" (İbrahim 14/48). Diriltilen mahlukatın toplandıkları "mahşer" fevkalâde geniş, düz, binasız ve yapısız yepyeni bir yer olacaktır. Peygamberimiz (s.a.s, "Kıyamet günü insanlar, halis undan yapılmış dümdüz ekmek gibi esmere yakın beyaz bir yer üzerinde toplanacaklardır" buyurmuştur (Buhârî ve Müslim'den, Mansûr Ali Nâsıf, et-Tac, İstanbul 1962, V, 365).

    Ebû Hureyrenin Peygamberimiz (s.a.s)'den rivayet ettiği bir hadisten öğrendiğimize göre; insanlar, mahşere yürüyerek, binek üzerinde ve ateş azabı içerisinde olmak üzere üç grub halinde sevk edileceklerdir (Buhârî ve Müslim den M.A.Nâsıf, et-Tac, 364). Tirmizi'nin başka bir rivayetine göre üçüncü grub, yüz üstü sürünerek mahşere çekilip götürüleceklerdir (et-Tâc, V, 365).

    İnsanlar ve cinler, mahşerde toplandıktan sonra muhakeme olunmak için çeşitli korku ve sıkıntılar içinde uzun müddet bekletileceklerdir. Bu müddetin bin ila ellibin yıl arası olduğu söylenir. Mahşer yerine Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s)'in eline "Livâü'l-hamd" sancağı verilecektir. Başta Hz. Âdem olmak üzere bütün peygamberler, Resulullah (s.a.s)'ın sancağı altında toplanacaklardır (Tirmizi, et-Tâc, V, 385).

    Mahşerde, insanların muhakeme ve muhasebesinin bir an önce yapılması için, şefaatta bulunacak zat, büyük Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s)'dir. Onun bu şefaatine "şefaat-i uzma" denilir. Hayız olduğu bu mertebe ve makamda "Makam-ı Mahmud" denir. Şöyle ki mahşerde, mevkıfın güneşi insanların tepelerine yaklaşacaktır. İnsanlar, dayanamayacakları ve tahammül edemeyecekleri son derece sıkıntı ve zorluklara maruz kalacaklar, şiddetli korku ve dehşetler içinde çok fazla bekleyeceklerdir. Kendilerinin bu güç durumdan kurtulmaları için şefaat edecek birini arayacaklardır. Bazı kimseler, bir kısım in. sanlara Âdem (a.s)'a gidin diyeceklerdir. Hz. Âdem, yasak ağaçtan yemesini hatırlayacak, onları Nuh (a.s)'a gönderecek; Hz. Nuh da onları Hz. İbrahim (a.s)'e gönderecek, Hz. İbrahim Hz. Musa'ya yollayacak, Hz. Musa (a.s) da Hz. İsa'ya (a.s) gönderecektir. Hz. İsa da son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s)'e gönderecektir. Hz. Muhammed (s.a.s)'de secdeye kapanacak, kendisine ilham edilen en güzel hamd ve senalarla Allah Teâlâ'ya hamd ve senalarda bulunacaktır. Sonra Cenab-ı Allah ona "Ey Muhammed başını kaldır, işte, istediğin verilecek, şefaat et, şefaatın kabul olunacaktır" buyuracaktır. O da yüce Allah'a dua edecek, Allah Teâlâ da onun duasına icabet edecektir. Bundan sonra kullar arasında muhakeme ve muhasebe başlayacaktır. Büyük bir adalet mahkemesi kurularak herkese dünya da yaptığı her iş sorulacak, amel defterleri verilecek ve mizan konulacaktır. Herkes küfr ve dalâletteki veya iman ve hidayetteki rehberleriyle birlikte çağırılacaktır. Bu konuda Kur'an da şöyle buyuruluyor: "O gün insan sınıflarından her birini rehberleriyle (izinden gittiği kimselerle birlikte) çağıracağız. Artık kimin kitabı (defteri), sağından verilirse, onlar kitablarını, en küçük haksızlığa uğratılmayarak okuyacaklardır" (el-İsrâ, 17/71). Herkese "amel defterini oku" denilecek (el-isrâ 17/14). Her insan da amel defterinde neler yazılı olduğunu anlayacaktır. "Yüce Allah, kula bu gün şahid olarak nefsin ve şahidler olarak Kirâmen Kâtibin melekleri kâfidir, der ve sonra ağzı mühürlenir ve azaları da dünyada neler yaptıklarını anlatır" (Müslimden et-Tâc, V, 372). "O gün onların ağızlarını mühürleriz. İşleyip kazandıklarını bize elleri söyler, ayakları da şehâdet eder" (Yâsin, 36/65).

    İnsan öldükten sonra, bedeni dağılarak, molekül ve maddeleri başka hayvan ve insanlara geçiyor. Allah, insanı ahirette diriltirken başka insanlara aslî cüz (DNA: Deoksiribonükleik asit) olmaktan koruduğu ve altın zerresi gibi kaybolmaktan muhafaza ettiği ve onun bedeninin planını tamamen içeren bir molekülden yaratacaktır. Ve onu bu molekülden aynen yaratırken de diğer maddelerini ilâve edecektir. Zaten insanın bedeni dünyada iken de ölen ve dökülen hücrelerinin yerine yenisi yaratılarak beş ile altı senede tamamen yenileniyor. O halde insanın mahşerdeki bedeni ve organları, dünyadaki azalarının aynısı değildir. "Nasıl oluyor da eskisinin tam benzeri olsa da yeni maddelerden yaratılmış insanın azaları, eski organlarının işlediği suçlarına şahidlik yapacaktır" diye sorulursa; bunun doğru cevabı şudur:

    İnsan ruhuyla insandır. İnsanın ruhu değişmez ve ölmez. Bozulmadan aynen kalır. İnsanın dünyada şuurlu olarak işledikleri amellerinin hepsinin bilgisi onun ruhunda aynen mahfuz kalır. Allah Teâlâ mahşerde insanın ağzını mühürleyerek, ruhundaki işlediklerine ait bu bilgileri onun el ve ayak gibi organlarına harikulâde bir yolla söyletecektir.

    Mahşerde Peygamberimiz (s.a.s)'e gayet büyük bir havuz ihsan buyrulacak ki bunun büyüklüğü (boyu) Medine ile San'a arası kadar, veya Şam'ın bir kasabası olan Eyle ile San'a arası kadar bir mesafedir. Suyu sütten daha ak, kokusu miskten daha güzel ve baldan daha tatlıdır. Kupaları da gökteki yıldızlar kadardır. Ondan bir defa içen bir daha susamaz (Buhârî ve Müslim'den, et-Tâc, V, 380). Böylece müminler Cennete girmeden önce bu havuzun suyundan içerek mahşerin dehşetinden ileri gelen hararetlerini gidereceklerdir. Gerçi Tirmizî'nin garib bir senetle rivayet ettiği hadiste şöyle buyuruluyor. Mahşerde "Her Peygamberin bir havuzu olacak. Onlar içinde havuzlarına su içmeye gelenlerin en çok ben olacağını umuyorum" (Tirmizî'den, et-Tac, V, 378). Yine Peygamberimiz (s.a.s), bir hadisinde, "Havuzun başına gelenlerin bir kısmının döndürüldüğü anda Onlar, benim ümmetim, diyeceğim. Onların senden sonra ne işler yaptığını (dinlerinden döndüklerini) bilemezsin, denilecek. Ben de, bundan sonra dinlerini değiştirenler helâk olsun, diyeceğim" (Buhârî ve Müslim'den, et-Tâc, V, 379).

    Mahşerde insanların muhakeme işleri bitirildikten sonra mahşerle Cennet arasında Cehennemin üzerine sırat köprüsü kurulacaktır. İnsanlar, bölük bölük Cehenneme bir kısmı da Cennete sevk olunacaktır (Sa'deddin Teftâzâni, Şerhu'l-Makasıd, II, 222-223, İstanbul 1305; Abdüsselâm b. İbrahim el-Lakkâni, Şerh-ü Cevhereti't-Tevhid, Mısır, 1955/1375, s. 231-234; Fahreddin er-Razi, Mefâtihu'l-Gayb, İstanbul, 1308)
    -Paylaşım yapmadan önce Forum Kurallarını Okuyunuz.

  4. The Following User Says Thank You to sanko86 For This Useful Post:

    uprain (23-09-2007)

  5. #3
    sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2006
    Nerden
    Unkown
    Yaş
    37
    Mesajlar
    18.395
    Post Thanks / Like
    Teşekkür
    254
    Thanked 25.680 Times in 4.219 Posts
    Tecrübe Puanı
    24632
    Soru
    Mahşer alanında insanlar ne şekilde olacaktır?Üzerlerinde birşey olacak mı? Ayrıca durum ve vaziyetleri nasıl olacaktır? Başları önde olacak ve çırılçıplak olacaklar diye duydum. Doğru mu? Ayrıca mahşer nasıl bir yer? Dünyadaki herhangi bir yere benziyor mu?

    Cevabımız

    Değerli Kardeşimiz;

    Birgün kıyamet kopup dünya hayatı son bulacaktır.

    Sadece Allah Teâlâ’nın bileceği bir süre geçtikten sonra, sûr’a ikinci defa üflenecektir.

    O zaman gökten hayat veren bir su indirilecek, herkes âdetâ bitkiler gibi yeniden canlanacak, kemikleri bile çürümüş olan insanlar, Allah’ın izniyle hiç çürümeyecek olan kuyruk sokumundaki hardal tanesi kadar küçücük bir parçadan (acbü’z-zenebden) yeniden canlanacak, kabirlerinde dirilip kalkacaklardır.

    O zaman insanlar dünyada bir gün veya daha az bir zaman kaldıklarını sanacak, Allah’a hamdederek mahşere doğru koşarcasına gideceklerdir.

    Ne yazık ki, kendi yaratılışını unutanlar, “Çürümüş kemikleri kim diriltecek” diye hayretle sorarlar, öldükten sonra yeniden hayat bulacaklarına bir türlü inanmazlar. İşte onlar, ilk önce yaratanın yeniden dirilttiğini göreceklerdir.

    MAHŞER

    Allah Teâlâ, mahşer gününden söz ederken; “büyük gün,” “bütün insanların, âlemlerin Rabbi huzuruna çıkacağı gün” ifadelerini kullanmaktadır.

    O gün, sûr sesini duyanların gözü dehşetle açılacak; o kimseler dört yana dağılmış çekirgeler gibi kabirlerinden fırlayacaklar ve kendilerini çağırana doğru koşacaklar.

    İlk insandan son insana kadar herkes bir araya gelecek; o gün yer başka bir şekle büründüğü, dağlar toz gibi savrulduğu, bir çukur, bir tümsek bulunmadığı için; dümdüz, bembeyaz, hiç kimsenin tanıdık bir işarete rastlamadığı bir yerde bütün insanlar toplanacak.

    İnsanlar mahşer yerinde, Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna,

    - yalınayak,

    - çıplak,

    - ve sünnetsiz olarak çıkacaklar. Kapıldıkları dehşet, korku ve şaşkınlık yüzünden birbirlerine dönüp bakamayacaklar.

    O dehşetli zamanda güneş insanları yakıp kavuracak, herkes günahı ölçüsünde tere batacak; kimi topuklarına, kimi dizlerine kadar, kimi beline, köprücük kemiklerine kadar, kimi de ağzına ve kulaklarına kadar tere gömülecektir.

    Hiçbir gölgenin bulunmadığı o dehşetli günde, Allah Teâlâ bazı kimselere özel ikrâmda bulunacak; onları Arş’ının gölgesinde dinlendirecektir.

    Bu bahtiyar insanlar:

    - âdil devlet başkanları,

    - temiz bir hayat içinde Rabbine kulluk ederek büyüyen gençler,

    - kalbi mescidlere bağlı Müslümanlar,

    - birbirlerini Allah için seven; buluşmaları da, ayrılmaları da Allah için olan insanlar,

    - güzel ve mevki sahibi bir kadının beraber olma isteğine “Ben Allah’tan korkarım” diye yaklaşmayan yiğit adamlar,

    - sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka verenler,

    - tenhâda Allah’ı anıp gözyaşı dökenler olacaktır.

    AMEL DEFTERİ

    Mahşer gününde herkesin önüne, dünyada iken yaptığı bütün iyilik ve kötülükleri gösteren kitapları (amel defterleri) açılacak. Herkese:

    “Oku kitabını! Bugün kendini sorgulayacak durumdasın” denecek.

    İyilik yapmış olanın amel defteri sağ eline verilecek. O kimse, büyük bir sevinç içinde etrafındakilere “Bakınız şu kitabıma, alınız okuyunuz” diyecek. Onun hesabı kolay görülecek ve Cennetin yüksek yerinde, elini atınca koparacağı meyvelerin arasında, yiyip içerek mutlu bir hayat sürecek.

    Defteri sol eline verilenler ise “Amanın, bu nasıl deftermiş! Yaptığım herşeyi küçük büyük demeden sayıp dökmüş. Keşke bana defterim verilmeseydi de hesabımı öğrenmeseydim. Keşke ölümle birlikte herşey bitmiş olsaydı” diye yanıp tutuşacak.

    HESAP

    Daha sonra insanlar, dünyada yaptıklarından dolayı Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda hesaba çekilecektir.

    Ağızlar mühürlenip kapatıldığı için konuşamayacak, onun yerine eller ve ayaklar neler yaptığını bir bir anlatacak, kulaklar, gözler, deriler dile gelip herşeyi haber verecektir.

    Elbette iman edip iyi işler yapan, Allah’ın emirlerini tutup yasaklarından sakınan biriyle, böyle olmayanlar hesaplaşmada bir tutulmayacaktır.

    Peygamber Efendimizin anlattığına göre bu şöyle olacaktır:

    Allah Teâlâ her bir insanla tercümansız konuşacaktır. O zaman insan sağ tarafına bakacak, âhirete gönderdiği iyilikleri görecek. Soluna bakacak, vaktiyle yaptığı kötü işleri görecek. Önüne bakacak, önünde sadece Cehennemi görecektir.

    Cenâb-ı Mevlâ, kendilerinden memnun olduğu kullarının amel defterine şöyle bir bakmakla yetinecek, onları ayrıca hesaba çekmeyecektir. Zira hesaba çekilenler azap göreceklerdir.

    Muhammed ümmetinden; büyü yapmayan, yaptırmayan, uğursuzluğa inanmayan ve sadece Rablerine güvenen yetmiş bin kişi hesaba çekilmeden Cennete girecektir.

    Dünyada en küçük bir iyilik yapan, yaptığı iyiliğin karşılığını mutlaka görecek; en küçük kötülük yapan da bunun cezasını çekecektir.

    Bu hesaplaşma sonunda kimsenin kimsede hakkı kalmayacak, hattâ boynuzsuz koyun bile, boynuzlu koyundan hakkını alacaktır.

    MÎZAN

    Hesap işi bittikten sonra, dünyada yapılan iyilik ve kötülüklerin ölçülüp tartılmasına sıra gelecektir. Allah Teâlâ kıyamet günü son derece doğru ve hassas teraziler kuracak, böylece kimse en küçük bir haksızlığa uğratılmayacaktır. Bir hardal tanesi kadar bile olsa, iyi veya kötü herşey tartıya konacaktır.

    Tartıda iyilikleri ağır gelenler kurtulacak, muradına erecek; iyilikleri hafif gelenler, derin bir mutsuzluğa gömülecek, bir uçurumun girdabına sürüklenecek ve şayet Allah’ın âyetlerini de inkâr etmişlerse sonsuza kadar Cehennemde kalacaklardır.

    Dünyada yapılan ibadetler ve iyilikler mizanda ağır gelecektir.

    Bazı iyilik ve ibadetler tartıda daha ağır çekecektir. Meselâ “Sübhânallahi ve bi-hamdihî sübhânallahi’l-azîm” zikri dilde hafif olmakla beraber Rahmân olan Allah’ı hoşnut eden iki cümle olduğu için mizana konduğunda ağır gelecektir.

    “Elhamdülillâh” diye Allah’ı zikretmek de mizanı sevapla dolduran bir ibadettir.

    Ama terazide herşeyden daha ağır çeken, güzel ahlâk olacaktır.

    SIRAT

    Mahşerden sonra Cennete veya Cehenneme gidebilmek için sıratın üzerinden geçilecektir. Sırat, Cehennemin iki yakasına kurulmuş, Peygamber Efendimizin benzetmesiyle, kıldan ince, kılıçtan keskin bir köprüdür.

    Mü’minler buraya gelince, peygamberler “Allahım selâmet ver, selâmet ver!” diye yalvaracaklardır.

    Sırattan ilk defa Muhammed aleyhisselâm ile birlikte ümmeti geçecektir.

    Allah’ın hoşnut olduğu kullar, bu köprüden, amellerinin derecesine uygun bir süratle kolayca geçip gideceklerdir.

    Kimi göz kırpacak kadar bir zamanda, kimi şimşek, kimi rüzgâr hızıyla, kimi kuş, kimi iyi cins at ve deve süratiyle geçecektir.

    İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Sizler kıyâmet günü ayakkabısız, çıplak ve sünnetsiz olarak haşir meydanında toplanacaksınız."

    Bu açıklama üzerine bir kadın sordu:

    "- (Bu durumda) birbirimizin avret yerlerini görmez miyiz?"
    Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (Abese suresinde geçen bir âyetle cevap verdi):
    "- Ey kadın! "O gün herkesin kendine yeter derdi vardır" (37. âyet). [Tirmizî, Tefsir, Abese, (3329).>

    Alimler bu hadisi yorumlarken şöyle ifade etmişlerdir: Bu dünyada Allah ağaçlara nasıl fıtri bir libas giydirmişse mahşerde de insanlara fıtri bir libas giydirecektir.
    -Paylaşım yapmadan önce Forum Kurallarını Okuyunuz.

  6. #4
    sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2006
    Nerden
    Unkown
    Yaş
    37
    Mesajlar
    18.395
    Post Thanks / Like
    Teşekkür
    254
    Thanked 25.680 Times in 4.219 Posts
    Tecrübe Puanı
    24632
    Soru
    Cennnettekilerin yaşı kaç olacak.

    Cevabımız

    Değerli Kardeşimiz;

    Bazı rivayetlerde insanın ahirette 33 yaşında olacağı bildirilmiştir. Ancak bu yaş ifadesi dünyanın yaşına göre değildir. Yani nasıl ki insan en mükemmel yaş olarak bu dönemde bulunur. Onun gibi insan cennette olması gereken en mükemmel durumda bulunacak demektir. Yoksa oraları buralarla değerlendirmek değildir.

    Cennete gidenler ile cehenneme gidenlerin durumu farklıdır. Birileri cennette en üst düzeyde istifade etmeye münasip olarak, diğerleri ise cehennemde azap çekmeye uygun olarak yaratılacaklardır.

    Cennete gidenler bir birini tanıyacaklardır. Yani herkes kim olduğunu bilecek. Ancak bir anda binler yerde bulunabilecektir. Ayrıca burada naylon portakal ile gerçeği arasında ne kadar fark varsa, buradaki cennetlikler, cennettekilerin naylon halidir. Oradakini anlaması için görmesi ve yaşaması gerekir. Yoksa anlaması mümkün değildir.

    İnsan nasıl yaşarsa öyle ölür, nasıl ölürse de öyle dirilir. Bu nedenle insanların dünyada işledikleri günahlara göre dirileceğini bildiren rivayetler vardır. Herkes kim olduğunu bilecek ancak günahının durumuna göre farklı olacaktır.

    Nasıl ki birbirine benzeyen tohumlar toprağa atıldığı zaman toprağın üzerinde şekli, tadı ve görüntüsü farklı olduğu gibi, haşirde insanların yeniden dirilmesi de bunun gibi olacaktır. Kimisi fevkalade mükemmel ve güzel iken kimisi de son derece kötü olacaktır.
    -Paylaşım yapmadan önce Forum Kurallarını Okuyunuz.

  7. #5
    sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2006
    Nerden
    Unkown
    Yaş
    37
    Mesajlar
    18.395
    Post Thanks / Like
    Teşekkür
    254
    Thanked 25.680 Times in 4.219 Posts
    Tecrübe Puanı
    24632
    Soru
    Yasini şerifi cuma gecesi okuyunca ölü ruhların eve gelmesi doğrumudur ve kapı önünde beklenildiği söyleniyor siz bu konuda ne dersiniz bir de cuma günü kabrin başında dua eden kişiyi kabir sahibi görür mü?

    Cevabımız

    Değerli Kardeşimiz;

    Bedenler genellikle çürüyüp toprak olduğu ve ruhlar baki kaldığı için "ruhlar alemi" de denilen ölümden sonraki hayat, gaybi konulardandır. Hayatta olan insan ile berzah alemine göçmüş olan kişi ayrı ayrı alemlerdedir. Berzah alemindekilerin de kendilerine göre bir hayatı vardır, lezzetleri, elemleri, ferah ve sevinçleri hisseder. Fakat henüz madde aleminde bulunanlar ruhun bedenden sonraki hayatını ve orada kişinin neler hissettiğini, nelerle karşılaşacağını normal duyularıyla hissedip bilemez. Bu hususu, ancak ilahi gerçeklere vakıf olan Peygambermizden öğreniriz.

    Mümin ruhların berzah aleminde bir birleriyle görüştüklerini Peygamberimizin hadislerinden anlamaktayız. Ayrıca ölülerin hayattakilerden haber aldıkları ve kabirlerinin başına giden kimseleri gördükleri yine rivayetlerde vardır. Onlar için yapılan dua ve manevi hediyelerin kimlerden geldiğini bilebilirler. Mümin ruhlar nimet içinde oldukları için ve ruhları serbest oldukları için serbest dolaşabilirler. Ancak kafirlerin ruhları ve günahları fazla olan müminlerin ruhları azabla meşguldurlar.

    Ölülere Kuran okunduğu zaman eve gelmeleri mümkün olabilir. Ancak bu her ölü için söylemek zordur.

    Ölülerin Berzah aleminde birbirleriyle görüşmeleri:

    Berzah alemindeki ruhlar iki kısımdır: Nimet içinde olanlar ve azapta olanlar. İbnü'l-Kayyim'in açıklamasına göre azapta olan ruhlar birbirleriyle görüşmeye fırsat bulamazlar. Onlar bir nevi tutuklu gibidirler. Ama tutuklu olmayıp serbest olan yani nimet içindeki ruhlar birbirleriyle buluşup görüşürler, birbirlerini ziyaret ederler. Dünyadaki olmuş ve olacak şeyleri müzakere ederler. Her ruh, amelde kendi dengi ve kendi derecesinde olan arkadaşlarıyla beraber olur. Hz. Peygamber (S) in ruhu ise Refiku'1-A'lâ (en yüksek mertebe) dadır.

    Nisa Suresi'nde: "Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği Peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle ve sâlihlerle beraberdirler. Onlar ne güzel arkadaştırlar."(1) buyurulmuştur ki, bu beraberlik dünyada, berzahta ve âhirette olmak üzere üç yerdedir. Bu üç âlemin hepsinde de kişi sevdiği ile beraberdir. (2)

    Bu âyet-i kerimede ruhların berzah âleminde birbirlerine kavuşacakları haber verilmektedir. Çünkü bu âyetin iniş sebebi olarak şöyle bir olay anlatılmaktadır: Ashaptan biri, öldükten sonra Hz. Peygamber (S) in makamının kendilerinden çok yüce olacağını ve Hz. Peygamber (S) den ayrı kalacaklarını düşünerek üzülmüş ve ağlamış. Üzüntüsünün sebebini soran Hz. Muhammed (S) e: "Biz dünyada senden ayrılmaya hiç tahammül edemiyoruz va Rasulullah. Öldükten sonra senin merteben bizden yüce olacağı için seni göremeyeceğiz. Senin ayrılığına nasıl tahammül edebilirim?" diye derdini açar. Bu olay üzerine yukarıdaki âyet nâzil olmuş (3) ve Allah'ı ve Rasulullah'ı sevenlerin berzah âleminde ve âhirette de, dünyadaki gibi, Hz. Rasûl ile birlikte olacakları bildirilmiştir.

    Allah Tealâ ÂI-u îmrân Suresi'nde şehitlerin diri ve Rabbleri indinde rızıklanmakta olduklarını, arkalarında bulunanlara da korku ve üzüntü olmadığının müjdelenmesin! istediklerini, Allah'ın nimet ve keremiyle sevinç duyduklarını haber vermiştir.(4) Bu âyet-i kerime de berzah alemindeki ruhların birbirleriyle buluşup konuştuklarına delâlet eder. Çünkü âyette geçen "yestebşirûn" kelimesi, "müjde verilmesini isterler" anlamına geldiği gibi, "sevinirler ve birbirlerini müjdelerler" manasına da gelir. (5) Birbirlerine müjde verdiklerine göre demek ki birbirleriyle görüşüp konuşmaktadırlar.

    Ebu Hureyre, Rasulullah (S) in: "Muhakkak Cennet ehli orada (Cennet'te) birbirlerini ziyaret ederler." buyurduğunu söylemiştir.(6) Mü'min ruhlarının berzah âleminde Cennet'te olacakları bildirilmiştir. Buna göre bu hadis-i şerifteki Cennet ehliyle, berzah âleminde Cennet'te olanlar kastedilmiş olabilir. Hadisin bu şekilde anlaşılmasını, Ebû Tâlib'in kızı Ümmü Hâni'den (40/ 660) rivayet edilen şu hadis de doğrulamaktadır: Ümmü Hâni' bir gün Hz. Peygamber (S) e şöyle soruyor: "Ölünce de birbirimizi görür ve ziyaretleşir miyiz?" Rasulullah (S) in cevabı şudur: "Ruh, Cennet meyvelerinden yiyen bir kuş olur. Kıyamet günü olunca da her ruh kendi cese dine girer."(7) Bu cevaptan da anlaşılan, mü'minlerin ruhlarının Cennet'te birbirleriyle görüştükleridir.

    İbn Ebi'd-Dünyâ'nın naklettiği bir haberde de Rasulullah (S) e: "Ölüler birbirini bilir mi?" diye sorulunca Rasulullah (S) in cevabı: "Evet, nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki onlar, kuşların ağaçların tepelerinde birbirlerini bildiği (tanıdıkları gibi) birbirlerini bilirler." şeklinde olmuştur.(8) Bu soruyu ashaptan Bişr b. Berâ' b. Ma'rûr'un annesi sormuş ve ölülerin birbirleriyle tanışıp biliştiklerini öğrenince hemen Beni Seleme'den ölmek üzere olan birinin yanına varıp, oğlu Bişr'e onunla selâm göndermiştir.(9) Hadisin bir diğer rivayetinde Cennet'te kuşlar gibi birbirleriyle buluşup tanışacak olan ruhların "iyi ruhlar " oldukları zikredilmiştir.

    Ashaptan BÜâl b. Rebâh (v. 20/641) vefat edeceği zaman hanımı ah, vah etmeye başlar. Hz. Bilâl ise: "Ne büyük neşe ne büyük sevinç. Yani sevgililere, Muhammed'e ve onun gurubuna kavuşacağım." demeye başlar, (10) Burada Bilâl berzahta Rasulullah (S) e ve ashabına kavuşacağını ve tıpkı dünyadaki gibi, orada da onunla bir arada olacaklarını müjdelemektedir.(11) ve hanımının ah, vah edip üzülmemesi gerektiğini, aslında sevinmesi gerektiğini hatırlatmaktadır bu sözüyle.

    Beyhakî'nin hasen bir senetle İbn Abbas'dan tahric ettiği kabir suâliyle ilgli bir hadis-i şerifte, kabirdeki sorgulama sırasında iyi cevap veren mü'minin ruhunun diğer mü'minlerle beraber olacağı haber verilmiştir.(12)

    Yine Beyhakî'nin "Şu'abu'1-İman" da Ali b. Ebi Tâlib'den tahric ettiği haberde Hz. Ali şöyle demiştir: "İki mü'min ve iki kâfir dost vardı. Bunlardan mü'min olanların biri öldü. Cennetle müjdelenince arkadaşını hatırlar ve: "Allahım, benim falan arkadaşım bana her zaman sana ve Rasulûne itaati emreder, hayırla tavsiye eder, kötülükten nehyederdi..." diyerek onun kendisinden sonra sapıtmaması ve kendisine verilen nimetlerin ona da verilmesi için dua eder. Sonra öbür arkadaşı da ölünce ruhları bir araya gelir ve birbirlerine: "Ne güzel kardeş, ne güzel arkadaş ve ne güzel dost" derler.
    Kâfir olan iki arkadaştan birisi ölüp de azapla müjdelenince diğer arkadaşını hatırlayıp şöyle der: "Allahım, arkadaşım bana hep sana ve senin Rasulûne isyanı emrediyor, kötülüğü yapıp iyiliği yapmamamı söylüyordu. Allahım, .onu benden sonra hidayete erdirme ki, benim gördüğüm azabı o da görsün ve bana kızdığın gibi ona da kızasın." Sonra diğeri de ölür, ruhları bir araya gelince birbirlerine: "Ne kötü kardeş ve ne kötü arkadaş." derler."(13) Bundan da iyi ve kötülerin ruhlarının berzahta birbirleriyle buluştukları anlaşılmaktadır.

    Ebû Katâde ve Câbir'den tahric edilen ölülerin kefenlerinin güzel yapılması ile ilgili hadis-i şerifin Suyûtî ve Beyhakî tarafından rivayet edilen şeklinde: "Muhakkak ki onlar kabirlerinde birbirlerini ziyaret ederler." cümlesi de yer almaktadır.(14)

    Beyhakî "Şu'abu'1-Iman" da Ebu Katâde'den (54/673) hadisi naklettikten sonra bu hadisin şehitler hakkındaki onların rızık-landırıldıklannı haber vererr Âl-u îmrân, 3/169-170 âyetiyle mutabakat arzettiğini söylemiştir. (15)

    Rasulullah (S) in Miraç gecesinde semâda Hz. Âdem (As) İle karşılaştığında Hz. Âdem'in sağ ve solunda bir takım karartılar görmesi ve bunların kimler olduğunu sorunca, cennetlik ve cehennemlik olanların ruhları olduklarının bildirilmesi de,(16) berzahta iyi ve kötülerin -Hz. Ali'nin de, dediği gibi- bir arada olacaklarına delildir.

    Ruhların berzah âleminde birbirleriyle görüştükleri ve konuştuklarının bir delili de, ölümü müteakip semâya yükseltilen mü'min ruhunun rahmet ehli tarafından karşılanıp, dünyadan ve dünyadakilerden haber soracaklarını bildiren hadis-i şeriftir. Ebu Eyyûb el-Ensârî'den rivayet edilen hadis-i şeriflerinde Peygamber efendimiz (S) şöyle buyurmuştur: "Mü'minin ruhu kabz olunca onu Allah katında rahmet ehli karşılarlar." (17) Tıpkı dünyada müjde getiren birinin karşılandığı gibi. (Bu esnada yeni ölmüş olanın ruhunu getiren melekler) derler ki:
    -Onu bırakın, fırsat verin de bir dinlensin. Çünkü o büyük bir sıkıntı içinde idi. Ona:
    -O benden önce ölmüştü, derse;
    -İnnâ Lillâh ve İnnâ İleyhi Râci'ûn (biz Allah'a aidiz ve yine ona döneceğiz), ebedi kalış yeri olan Hâviye'ye (kızgın ateşli Cehennem'e) gitmiş. O ne kötü yer ve ne kötü terbiyecidir, derler. (18)

    Bu hususta Abdullah b. Mübârek'in de şöyle dediği rivayet edilir: "Kabir ehli haberleri beklerler. Bir Ölü oraya gittiği zaman ona falan ne yaptı, filan ne yaptı diye sorarlar. Birisi için: "O öldü, size gelmedi mi?" deyince: "İnnâ lillâh ve İnnâ İleyhi Râciûn" derler ve: "Bizim yolumuzdan başka yola gitti o." diye ilave ederler."(19)

    Tabiinden Sa'id b. el-Müseyyeb (v. 94/712) de: "Bir adam öldüğü zaman (daha önce ölmüş olan) çocuğu onu, seferden dönen gaibin karşılandığı gibi karşılar" demiştir. (20)
    Ölülerin berzahta birbirleriyle görüştüklerini ve yeni ölüp de aralarına katılanlardan haber aldıklarını bildiren bu hadis ve haberleri, evlât, torun ve yakın akrabaların amellerinin kabirdeki baba ve yakınlarına arz olunacağım, onların da amelleri kendilerine arz edilen akrabalarının iyiliklerinden ötürü sevineceklerini, kötülükleri sebebiyle de üzüleceklerini bildiren haberler de desteklemektedir.

    Kabir ehli, geride bıraktıkları akraba ve arkadaşlarının yaptıkları işlerden haberdar olup, iyi amellerinden ötürü sevinir, kötülüklerine de üzülürler. (21) Mücâhid'in bu hususta şöyle dediği sahih rivayetle gelmiştir: "Kişi kabrinde kendinden sonra çocuğunun iyilikleri (salahı) ile müjdelenir."(22)

    Sa'id b. Cübeyr'in (v. 95/714) de şöyle dediği rivayet edilir: "Muhakkak ki ölülere dirilerin haberleri gelir. Daha önce bir yakını ölmüş, olan hiç bir kimse yoktur ki ona geride kalan akrabalarının haberleri gelmesin. Eğer gelen haber iyi ise sevinir ve ferahlar; kötü ise o zaman da üzülür." (23)Ashaptan Ebu'd-Derdâ (v. 32/652) da şöyle dua ederdi: "Allahım, ölülerimin rezil olacağı bir iş yapmaktan sana sığınırım.''(24)
    Abdullah b. Mübarek de ashaptan Ebu Eyyûb el-Ensarî'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Dirilerin amelleri ölülere arz olunur. Eğer bir iyilik görürlerse sevinir, birbirlerine müjdelerler; bir kötülük görünce de, Allah’ım onu ondan geri çevir, derler." (25)
    Yukarıdaki yeni gelen ölüden haber sormalarından da anlaşılacağı üzere, ölülerin dirilerden bizzat haberdar olduklarını -Allah'ın diledikleri müstesna- söyleyemeyiz. Bu sebeple buradaki haberdar oluşlarını, yeni gelen ve aralarına katılanlardan öğrenirler şeklinde anlıyoruz. Yeni gelenlerden haber alışları da, ruhların berzahta birbirleriyle görüşüp konuştuklarına delâlet eder.

    Ölmüş olanların ruhları, berzah âleminde birbirleriyle görüşüp konuşuyorlar. Acaba henüz ölmemiş ve dünyada yaşamakta olanların da berzahtakilerle görüşüp konuşmaları mümkün müdür? Ve ölülerin dirilerle bir takım münâsebetleri var mıdır? Şimdi de bu husus üzerinde duralım:

    Hayattakilerin Berzahtakilerle Görüşmeleri:

    Henüz hayatta olanların berzahtakilerle görüşmeleri uyanık ve uyku halinde olmak üzere iki şekildedir.

    Uyanıkken görüşmenin en büyük misâli ve olabilirliğinin delili, Rasulullah (S) in Miraç'ta bazı Peygamberlerin ruhlarıyla karşılaştığını haber veren ve kabir ziyaretini öğreten hadislerdir.

    Cenab-ı Allah Kur'an-ı Kerim'de, Hz. Muhammed (S) e hitaben: "Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerden sor ki; biz, Rahman'dan başka ibadet olunacak ilâhlar yapmış mıyız?"(26) buyurmaktadır. Müfessirlerden bir kısmı buradaki sorma fiilinin sadece İsrâ ve Miraç gecesine has olduğunu söylerken,(27) bazıları da her istediği zaman Allah Tealâ'nın Rasulullah (S) e önceki peygamberlerle konuşma imkânı verdiği şeklinde tefsir etmişlerdir. Bu ikinci görüşte olanlara göre âyetteki mutlak lafzı (sözü), İsrâ ve Miraç gecesi ile takyid etmek (kayıtlamak) hatalı bir te'vil olur. Ve âyetin olduğu gibi anlaşılıp, her istediği zaman Rasulullah (S) e bu imkânın verileceğini söylemek daha isâbetlidir.(28)

    Hz. Peygamber (S) in önceki peygamberlerle daha kendisi hayatta iken görüşmesi, vukuu mümkün olan işlerdendir. Ve Allah'ın kudretine göre bunda hiç bir zorluk yoktur. Allah Tealâ görüştürünce de bu olay gerçekleşmiştir ki, Hz. Peygamber (S) Miraç gecesinde, uyanık halde iken diğer Peygamberlerin ruhlarıyla Beytü'l-Makdis'de (Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'da) bir araya gelmiştir. Daha sonra semâvât (gökler) âleminde de onlardan bazıları ile bir araya gelip konuştuğuna sahih haberler delâlet etmektedir,(29)

    Yine Hz. Ömer'den rivayet edilen bir hadisinde Rasulullah (S), Hz. Musa (As) in Allah Tealâ'ya dua edip, Hz. Adem (As) ile görüşmeyi dilediğini ve Yüce Allah'ın, henüz hayatta iken ve uyanıkken, Adem (As) ı Hz. Musa'ya gösterip ve birbirleriyle konuşmuş olduklarını haber vermiştir, (30)

    Peygamberlerden başkasının hayattayken ve uyanıkken berzahtakilerle görüşmeleri ise ancak Allah'ın ikram ettiği kimselere nasip olmuştur ki, bu hususta Allah'ın veli kullarının, Hz. Peygamber (S) ve bazı büyük zevatla görüştüklerine dair pek çok olay anlatılmaktadır. (31)

    Kabir ziyaretinde ziyaret edene "zâir", ziyaret edilene "mezür" denilmesi de, ziyaret edilenin ziyaret esnasında ziyaretçisini duyup bildiğine delidir. Çünkü ziyaret edilen, ziyaretçisini bilmezse buna "mezûr= ziyaret edilen" denmez. Kaldı ki, Peygamberimiz (S) ziyaret adabını öğretirken, kabristana varınca ölülere selâm verilmesini öğretmişlerdir ki, bu da onların dirilerle olan münâsebetleri cümlesindendir.(32)

    Hayattakilerin berzahtakilerle rüyada görüşmeleri ise, İbnu'l-Kayyim'in belirttiğine göre, nübüvvetin bir parçası olan sâlih rüyalardandır ve İlim ifade eder.(33) Erzurumlu İbrahim Hakkı da: "Ölüleri rüyada hayırla veya şerle görmek, onların halini aynen bilmektir. Bu, Ölünün halini bildirmek veya uyanık olmayı sağlamak içindir,.."(34) diyerek ölüleri rüyada görmenin, sâdık rüyalardan olduğuna işaret etmiştir.

    Rüya ya da keramet yoluyla -Peygamberlerden gayri için- olan bu görüşmeler ve görülenler, kelâm âlimlerine göre umum için değil, ancak sahibi için (gören kişinin kendisi için) delil olabilir. Ancak bizim burada onlardan bahsedişimiz, sadece imkânını belirtmek içindir.

    Hayattakilerle berzahtakilerin rüyada görüşmeleri, ikisinden birinin arzusu ve bazı gayeler için bu görüşmeyi Allah Tealâ'dan istemesiyle Allah'ın bir lütfü olarak meydana gelmektedir. Hayattakilerin görüşmeyi istemesine -hepimizin en büyük arzusu olan ve pek çok mü'mine nasib olan- Hz. Peygamber (S) i rüyada görmek istemeyi, ya da çok sevdiğimiz yakınlarımızdan âhirete göçmüş olanları rüyada olsun görmek isteyişimizi misâl verebiliriz.

    İbnü'l-Kayyim diyor ki: "Rüyada ölülerle buluşmak ve onlarla bazı haber alışverişinde bulunmak; falan yerde hazine var, filan yerde şu var, falan iş şöyle olacak, filan zamanda bize geleceksin...gibi haberler vermeleri ve bunların da aynen çıkması, bu buluşmanın gerçekliğini ifade eder."(35)

    Rivayete göre Ashab-ı kiramdan Sa'b b. Cessâme ile Avf b. Mâlik (v. 73/692) kardeş olmuşlar ve öldükten sonra da birbirimizden haberdar olalım diye sözleşmiş-ler. Aradan bir müddet geçtikten sonra Sa'b ölüyor. Avf bir gece rüyasında, aynen hayattaymış gibi Sa'b'ın kendisine geldiğini görüyor ve Sa'b'a hesap ve suâlin nasıl geçtiğini soruyor. O da şimdilik iyi olduğunu söyleyip Allah'a hamdediyor. Bu arada Avf, Sa'b'ın göğsünde gördüğü bir kara lekenin sebebini soruyor. O da bir yahudi-den on dirhem ödünç aldığını ve paraların asılı olduğu yeri söyleyerek, o paranın sahabine verilmesini istiyor. Yine evdeki kedisinin öldüğünü, kızının da yakında öleceğini haber veriyor ve bütün bunlar aynen çıkıyor. Sabah olup da Avf, arkadaşının evine gidince, paranın aynen haber verilen yerde olduğunu görüyor ve alıp yahudiye götürüyor. Yahudiye, ölmüş olan arkadaşının kendisinden ödünç para alıp almadığını sorunca, yahudi aldığını ve miktarını söylüyor. Bunun üzerine rüyada gördüklerinin gerçek olduğunu anlayan Avf, elindeki paralan, arkadaşının rüyadaki vasiyetine uyarak yahudiye veriyor. (36)

    1- Nisa, 4/69.
    2- Îbnu'l-Kayyim, s. 17; Suyûti, Büşra'1-Keîb, v. 147 b; Hasan el-'Idvî, s. 74; Rodosîzâde, Ahval-i Alem-i Berzah, elyazma, İst. Süleymaniye Küt. v. 19 a.
    3-İbnu'lKayyim, a.g.e, s. 17; Ibn Kesir, Tefsir, c. I, s. 522; Rodosîzâde, a.g.e. v. 19 b.
    4-bkz. Al-u Imran, 3/169-170.
    5-Mu'cemu'l-Vasit, c. I, s. 57; Atay Kardeşler. Arapça Türkçe Büyük Lügat, c. I. s. 128; Abnu'l-Kayyim, a.g.e, s. 18.
    6- Ab. Hanbel, Müsned. c. II, s. 335.
    7- A b. Hanbel. Müsned. c. VI, s. 425; A Siracuddin, a.g.e, s. 106-107.
    8- Suyûtî, B. el-Keib, v. 144 b.
    9- A. Siracuddin, a.g.e. s. 107; tbnu'l-Kayyim, e.g.e, s. 19.
    10- Suyûtî, B. el-Keib, v. 148 b.
    11- Abdullah Siracuddin, a.g.e. s. 107.
    12- bkz. Suyûtî, Şerhu's-Sudûr. v. 53 a.
    13- Suyûtî, Şerhu's-Sudûr, v. 38 b; v. 173 b.
    14- Suyûtî, Büşra'1-Keib, v. 147 b; Suyûtî, Şerhu Süneni'n-Nesâî, c. IV, s. 34; Hasan el-'Idvî, a.g.e, s. 73; Abdullah Siracud
    15- Suyûti Ş.Sünen'n-Nesâî, c. W, s. 34; H. el-'Idvî, a.g.e, s.73.
    16- Miraç hadisi için bkz. Buhârî. Sahih, Salât, l, c. I. s. 91-92; Müslim, Sahih, imân, 74. c. I, s. 148; A. b. Hanbel. Müsned, c. V. s. 143; ibn Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihaye, c. I, s. 97, Beyrut, 1977.
    17- Hadis-i Şerifin, ibn Hıbbân'ın Sahih'inde Ebu Hureyre'den rivayet edilen şeklinde: "Mü'minlerin ruhlarının yanına getirilir ve ğaib olan birini bulanların sevinci gibi sevinirler." denilmektedir, bkz. Abdullah Siracuddin, a.g.e, s. 106.
    18- bkz. Nesâi, Cenâiz, 9, c. IV, s. 8-9; Suyûti, Ş. Sudur, v. 37 a; B. el-Keîb, v. 144 b; İbnu'l-Kayyim, a.g. e, s. 20; Rodosîzâde, a.g.e, v, 26a; A Siracuddin, a.g.e. s. 106.
    19- İbnu'l-Kayyim, a.g.e. s. 19: Birgivî, R. FÎ Ah. Etfâlİ'l-Müslimin, s. 85; Birgivî bu konuyu işledikten sonra, vasiyyet etmeden ölenlerin berzahta konuşamayacaklarım ve berzah ehlinin sorularına cevap veremeyeceklerini ilave eder. (bkz. a.g.e, s. 85.)
    20- İbnu'l-Kayyim, a.g.e, s. 19; Rodosîzâde, a.g.e. v. 25 a.
    21- Rodosîzâde, a.g.e. v. 7 b.
    22- Ibnu'l-Kayyim, a.g.e, s. 12.
    23- Hasan el-'Idvî, a.g.e, s. 16, Mısır, 1316.
    24- Aynı eser, a. yer.
    25- Ibnu'l-Kayyim, a.g.e, s. 7; Rodosîzâde, a.g.e, v, 8 b.
    26- Zuhruf, 43/45. '
    27- bkz. Ibn Kesir, Tefsir, c. IV, s. 129.
    28- bkz. Abdullah Siracuddin, a.g.e, s. 109-110.
    29- Bu husustaki hadisler için bkz. Buhârî, Sahih, Salât, l, c. I, s. 91-92; Enbiyâ, 5, c. IV, s. 106-107; Müslim.Sahih.lman, 74, c.I,s.l48; Fezâil,42,c.IV,s.l845; Nesâî, Sünen, Kıyâmu'1-Leyl, 15, c. m, s. 215; A-b. Hanbel, Müsned, c. ffl, s. 120, 248; c. V. s. 59,143.
    30- Ebu Davud, Sünen, Sünne, 17, c. W, s. 226.
    31- bkz. Abdullah Siracuddin, a.g.e, s. 110-113.
    32- Ibnu'l-Kayyim, a.g.e, s. 8; Rodosîzâde, a.g.e, v. 8 b; Vücûdî, Muhammed b. Abdulaziz, Ahvâl-i Alem-i Berzah, v. 9 a, elyazma, ist. Süleymaniye.Küt. Halef Ef. Böl. Nr. 237.
    33- Ibnu'l-Kayyim, a.g.e, s. 29; Rodosîzade, a.g.e, v. 39 b.
    34- Erzurumlu ibrahim Hakkı, Mârifetname, c. I, s. 60.
    35- Rodsizade, a.g.e
    36- Rodesizade, a.g.e.
    Kaynak: Prof. Dr. Süleyman Toprak, Kabir Hayatı, s. 247-258
    -Paylaşım yapmadan önce Forum Kurallarını Okuyunuz.

  8. #6
    sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2006
    Nerden
    Unkown
    Yaş
    37
    Mesajlar
    18.395
    Post Thanks / Like
    Teşekkür
    254
    Thanked 25.680 Times in 4.219 Posts
    Tecrübe Puanı
    24632
    Soru
    YENI BiR BEBEK DÜNYAYA GELDİĞİNDE, KIRK'I ÇIKMADAN KULAĞINA İSMİ OKUNUYOR. SORDUĞUMDA ÖLDÜĞÜNDE O İSİMLE ÇAĞIRMLARI İÇİN DENİLDİ. KİM ÇAĞıRIYOR? BU DOGRUMU?

    Cevabımız

    Değerli Kardeşimiz;

    Yeni doğan çocuğa kısa bir süre içinde güzel bir isim koymak anne ve babaların en önemli görevlerindendir. Çocuğa konulan isim hem bu dünyada hem de ahirette geçerlidir. Rasulullah (sav) sadece çocukların değil, büyük insanların ismiyle dahi ilgilenmiştir. Kötü bulduğu bazı isimleri değiştirme yoluna gitmiştir. Yine konulması gereken güzel isimler hakkında bilgiler vermiş, zaman zaman bizzat kendileri çocuklara isimler vermiştir.

    Rasulullah (sav) güzel isim koymanın önemini şöyle açıklıyor: “Sizler kıyamet günü isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız. Öyleyse isimlerinizi güzel yapın.” (1)

    Bu çağırma işlemini Allah'ın görevlendirdiği bir melek Allahın izniyle yapacaktır. Hiç kimse kıyamet günü Allah (c.c.)’ın hoşlanmayacağı isimle O’nun karşısına çıkmak istemez. Öyleyse kötü olan isimlerin çocuklara verilmemesi gerekir.
    Rasulullah (sav)’ın isim konusundaki hassasiyetini daha iyi anlamak için şu hadis-i şerifi de görmek lazım. Yahya bin Said (r.a.) anlatıyor: Hz. Peygamber (sav) bol sütlü bir deve hakkında: “Bunu kim sağacak?” diye sordu. Bir adam ayağa kalkmıştı ki, Rasulullah (sav) adama: “İsmin ne?” diye sordu. Adam: “Mürre (acı)” diyince ona “Otur” dedi. Hz. Peygamber (sav) tekrar: “Bunu kim sağacak?” diye sordu. Bir başkası ayağa kalktı, ben sağacağım diyecekti. Hz. Peygamber (sav) ona da: “İsmin ne?” diye sordu. Adam: “Harb” diyince, ona da: “Otur” dedi. Rasulullah (sav): Bu deveyi bize kim sağacak?” diye sormaya devam etti. Bir adam daha kalktı. Ona da ismini sordu. O da “Ya’iş” (yaşıyor) cevabını alınca ona “Sen sağ” dedi.(2)

    Allahü Azimüsşan’ın has isimleri kullara isim olarak verilmez. Ancak sıfatları isim olarak verilebilir. Mesela; Kerim, Halim, Kadir, gibi kelimeleri insanlara isim olarak vermek caizdir. Ancak bu isimlerin başına bir (Abd) kelimesi ilave ederek söylemek ise pek güzel bir dikkattir. Zira (Abd) kelimesini ilave ederek söylediğiniz takdirde Kerim’i Abdülkerim olarak söylersiniz. Bu takdirde Kerim’in kulu demiş olacağınızdan mana pek güzel bir şekil alır.

    Nitekim Aziz isminin başına da bir (Abd) kelimesi ilave ederek söylediğinizde azizin kulu manasına Abdülaziz demiş olursunuz. Mecburi olmasa da güzel bir hassasiyet olur.

    Rasulullah(sav)’ın açıklamalarına göre en güzel isim olarak adlandırılanlardan bazıları şunlardır: Erkek ismi olarak, Abdullah, Abdurrahman, Muhammed, Peygamberlerin isimleri, Hasan, Hüseyin ve diğer İslam büyüklerinin isimleri tavsiye edilen isimlerdir. Kız isimleri olarak da, Aişe (Ayşe), Fatıma, Zeyneb, Hatice, Cemile, Zehra… gibi isimler güzeldir.

    Mahşerde her çocuk, konan ismiyle çağrılacaktır. Şayet çocuğun ismi kötü manaya gelen gayrimüslim ismi ise, mahşer halkı önünde isminden dolayı utanan çocuk,

    'Allah beni doğuştan Müslüman olarak dünyaya gönderdi, sen neden bana kötü manaya gelen ismi koydun?' diye isim koyandan davacı olacaktır. İsmin manasının böylesine ehemmiyetinden dolayıdır ki, Peygamber'imiz kötü manaya gelen yabancı isimleri iyi manaya gelen Müslüman isimleriyle değiştirme örnekleri vermiştir. Mesela (Uzza putun kulu) manasına gelen (abdu'l-uzza)'yı, Allah'ın kulu manasına gelen (Abdullah) ile değiştirmiştir. Ateş parçası manasına gelen (cemre)'yi de güzel kız manasına gelen (cemileyle) ile, Harp ismini de Hasan'la düzeltmiştir. Demek ki, Müslüman isminden maksat, mananın kötü olmamasıdır.

    Bununla beraber bazen isimlerde mana açık da olmayabiliyor. (Aleyna) gibi. Son zamanlarda çok rastladığımız bu (Aleyna)'nın ne manaya geldiğini pek bilemiyoruz. Çünkü, Kur'an'da geçen (aleyna) isim değildir. Sadece yer aldığı cümlenin içinde (üzerimize) manasına gelmektedir:

    - (Vema aleyna) bizim üzerimize, (illel'belağ) tebliğden başka bir görev yoktur, manasına gelebilen (bizim üzerimize)'yi, cümle içindeki yerinden çekip birine isim olarak verdiğinizde, ne manaya geldiğini anlamak zorlaşmaktadır. Belki de Yasin'deki bu (aleyna)'yı isim olarak seçenler, (bu çocuk bizim üzerimize Allah'ın bir ihsanıdır) demek istemekteler.

    Bir de kızlarımıza verilen Kezban ismi vardır ki, zannederim yanlış anlaşılan isimlerden biri de budur. Kezban'ı hep yalancı manasına anlayanlar, Kur'an'daki (tükezziban) ile karıştırmışlardır. Çoğu kimseler Farsçadaki (ev hanımı) manasına gelen (Kedban)'dan alınma Kezban'ı, Arapçadaki 'yalanlayan' manasına gelen tükezziban'dan alınma sanarak bu isimden hep ürkmüşlerdir.

    Bununla baraber iyi bir anlamı olmasına rağmen yanlış anlaşılacak isimler koymamaya dikkat etmenin faydalı olacağını düşünüyoruz. Bu nedenle kız çocukları için, Büşra, Beyza, Selma, Esma, Ahsen, Rabia, Saliha, Salime, Adile.. gibi kolay seslendirilen, yanlış yazma ve yanlış söyleme ihtimali olmayan tek isimler tercih edilebilir.

    Sözün özü: Ebeveynler yavrularına karşı ilk görevlerini yerine getirirken, gayrimüslim kimliğini çağrıştıran yabancı isim koymaktan kaçınmalı ki, mahşerde koydukları isimlerle çağrılan çocuklarının şikayetine muhatap olmasınlar. Bu konuda elbette bizim gibi düşünmeyenler de olabilir: "Tercih size aittir, kim neye layıksa onu bulur." demekten başka sözümüz olamaz onlara da. Müddessir Sûresi'ndeki ayetin ikazı hepimiz için geçerlidir:

    -Herkes kendi tercihinin sorumlusudur!

    1- Ebu Davud, Edeb 69
    2- Muvatta, İsti’zan 24
    Sadık Akkiraz, Ahmet Şahin
    -Paylaşım yapmadan önce Forum Kurallarını Okuyunuz.

  9. #7
    sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2006
    Nerden
    Unkown
    Yaş
    37
    Mesajlar
    18.395
    Post Thanks / Like
    Teşekkür
    254
    Thanked 25.680 Times in 4.219 Posts
    Tecrübe Puanı
    24632
    Cennette aile olacak mı?

    Cevabımız

    Değerli Kardeşimiz;

    "Dünyadaki mü'min eşlerin cennette beraber olmaları mümkündür. Çünkü cennet nimetlerinden birisi de aile hayatıdır. Burada evli olan eşler oarada da bir birleriyle evleneceklerdir.

    Mü'min olan aile fertlerinin cennette birlikte bulunacaklarını haber veren ayetlerde, cennete girmeyi hak eden eşlerin orada beraber olacakları özellikle vurgulanmaktadır.

    "Cinsiyetin insan hayatında önemli bir yer tuttuğu şüphesizdir. Dünya hayatında karşı cinsler hayatlarını birleştirerek ruhi tatmin bulmaktadırlar. Aynı tatminin cennet hayatında da devam etmesi tabiidir. Cennet tasvirleriyle ilgili çeşitli ayet ve hadislerde, cennet hayatının dünyadaki insani duygular paralelinde kurulacağına işaret edilerek, cennette herkesin mutlaka eşi olacağı ve aile mutluluğunun orada da süreceği ifade edilmektedir.

    "Cennet hayatı dünya hayatından tamamen farklıdır. Cennet hayatının 2 temel özelliği vardır: Arzulanan her şeye ulaşmak ve sonsuzluk. Kur'an-ı Kerim'de bu husus şöyle ifade edilmektedir: 'Gönüllerin özleyeceği, gözlerin hoşlanacağı her şey orada vardır. Siz orada ebediyen kalacaksınız.' Birçok ayet ve hadis, cennet hayatının oraya özgü bir hayat olduğunu, dünya hayatının kıstaslarıyla bunu tam olarak kavramanın mümkün olmayacağını göstermektedir."
    -Paylaşım yapmadan önce Forum Kurallarını Okuyunuz.

  10. The Following User Says Thank You to sanko86 For This Useful Post:

    ayşe18 (18-08-2008)

  11. #8
    sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2006
    Nerden
    Unkown
    Yaş
    37
    Mesajlar
    18.395
    Post Thanks / Like
    Teşekkür
    254
    Thanked 25.680 Times in 4.219 Posts
    Tecrübe Puanı
    24632
    Soru
    Kabir azabı var mıdır bununla ilgili Kuran'da ne gibi ayeti kerimeler bulunmakta kabir azabı var ise bu azab bedene mi yoksa ruha mı olacaktır. Kabir azabı Allah'ın adaletine ters düşer mi?

    Cevabımız

    Değerli Kardeşimiz;

    Her insan ister ölerek toprağa gömülsün, ister boğularak denizin dibinde kalsın veya yırtıcı bir hayvan karnında bulunsun veya yanarak külü havaya karışsın, mutlaka kabir hayatı geçirecektir. İnsan öldükten sonra kabre konulunca, Münker ve Nekir adında iki melek, kendisine gelerek; "Rabbin kimdir? Peygamberin kimdir? Dinin nedir?" diye sorarlar. İman ve güzel amel sahipleri bu gibi sorulara doğru cevap verirler. Bu gibi ölülere cennet kapıları açılır ve Cennet kendilerine gösterilir. Kâfir veya münafık olanlar ise bu sorulara doğru cevap veremezler. Onlara da Cehennem kapıları açılır, oradaki azap kendilerine gösterilir. Müminler nimet içerisinde, sıkıntısız ve huzurlu yaşarken, kâfir ve münâfıklar ise kabirde azap göreceklerdir (bk. ez-Zebîdî, Tecrîdi Sarih, terc. Kamil Miras, Ankara 1985, IV 496 vd.).

    Kabirde azap ve nimetin varlığını gösteren birtakım ayet ve hadisler vardır. Bir ayet-i kerimede; "Firavun ve adamları sabah-akşam ateşe atılırlar. Kıyametin kopacağı gün de denilir ki; Firavun hanedanını ateşin en şiddetlisine sokun" (el-Mümin, 40/46) buyurulur. Buna göre kıyamet kopmadan önce de yani kabirde de azap vardır. Peygamber efendimiz; "Allah, iman edenlere bu dünya hayatında ve ahirette, o sabit sözlerinde daima sebat ihsan eder" (İbrahim, 14/17) ayetinin kabir nimeti hakkında indiğini açıklamıştır (Buhârî, Tefsîr, sure: 14).

    Kabir azabı ile ilgili hadis kitaplarında pek çok hadis-i şerif zikredilmektedir.

    Bunlardan bir kaçı şöyledir: Hz. Peygamber (s.a.s) bir mezarlıktan geçerken, iki mezardaki ölünün bazı küçük şeylerden dolayı azap çekmekte olduklarını gördü. Bu iki mezardaki ölülerden biri hayatında koğuculuk yapıyor, diğeri ise idrardan sakınmıyordu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s) yaş bir dal almış, ortadan ikiye bölmüş ve her bir parçayı iki kabre de birer birer dikmiştir. Bunu gören ashap, niye böyle yaptığını sorduklarında: "Bu iki dal kurumadığı sürece, o ikisinin çekmekte olduğu azabın hafifletilmesi umulur" (Buhârî Cenâiz, 82; Müslim, İmân, 34; Ebû Dâvud, Tahâret, 26) buyurmuşlardır.

    Hz. Peygamber diğer bir hadislerinde şöyle buyururlar: "Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçedir veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur" (Tirmizî, kıyamet, 26).

    Başka bir hadiste de şöyle buyurur: "Ölü mezara konulunca, birine Münker, diğerine Nekir adı verilen siyah mavi iki melek gelir; ölüye derler ki: "Şu Muhammed (s.a.s) denilen zat hakkında ne dersin?" O da şöyle cevap verir. "O, Allah'ın kulu ve Resuludur. Ben şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur, Muhammed de O'nun kulu ve elçisidir. Bunun üzerine melekler; Biz senin böyle diyeceğini zaten bilmekte idik", derler. Sonra onun mezarını yetmiş arşın genişletirler. Daha sonra bu ölünün mezarı ışıklandırılır ve aydınlatılır. Daha sonra melekler ölüye: " Yat ve uyu " derler. O da; "Aileme gidin de durumu haber verin" der. Melekler ona; "Zifafa giren ve sadece en çok sevdiği kişi tarafından uyandırılan şahıs gibi mahşer gününe kadar sen uyumana devam et" derler. Eğer ölü münâfık olursa, melekler şöyle der: "Şu Muhammed (s.a.s) denilen zat hakkında ne dersin?" Münâfık da şöyle cevap verir: "Halkın Muhammed hakkında bir şeyler söylediklerini işitmiş, ben de onlar gibi konuşmuştum. Başka bir şey bilmiyorum. Melekler ona; "Böyle diyeceğini zaten biliyorduk" derler. Daha sonra yere "Bu adamı alabildiğine sıkıştır" diye seslenilir. Yer de sıkıştırmaya başlar. Öyle ki o kimse kemiklerini birbirine geçmiş gibi hisseder. Mahşer gününe kadar bu sıkıntı devam eder" (Tirmizi Cenâiz 70).

    Kur'an'da şehitlerin kabir hayatıyla ilgili olarak şöyle buyurulur: "Allah yolunda öldürenleri, sakın ölüler sanmayın. Bilâkis onlar diridirler. Rableri katından rızıklandırılmaktadırlar" (Âlu İmrân, 3/169), "Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Bilâkis onlar dirildirler. Fakat siz farkında değilsiniz." (el-Bakara, 2/154).

    Kabir azabının yalnız ruha mı, yoksa bedene mi olacağı konusuna gelince:

    Ölüm yokluk değildir. Daha güzel bir alemin kapısıdır. Nasıl ki, toprak altına giren bir çekirdek, görünüşte ölüyor, çürüyor ve yok oluyor. Fakat gerçekte daha güzel bir hayata geçiş yapıyor. Çekirdek hayatından ağaçlık hayatına geçiyor.

    Aynen bunun gibi, ölen bir insan da görünüşte toprağa giriyor, çürüyor ama geçekte berzah ve kabir aleminde daha mükemmel bir hayata kavuşuyor.

    Beden ile ruh, ampul ile elektrik gibidir. Ampul kırılınca elektrik yok olmuyor ve var olmaya devam ediyor. Biz onu görmesek te inanıyoruz ki, elektrik hala mevcuttur. Aynen bunun gibi, insan ölmekle ruh vücuttan çıkıyor. Fakat var olmaya devam ediyor. Cenab-ı Allah Ruh’a münasip daha güzel bir elbise giydirerek, kabir aleminde yaşamını devam ettiriyor. Ruh, mükafatı veya cezayı bu yeni giydiği elbise ile görecektir.

    Bu sebeple Peygamberimiz, “Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe, yada Cehennem çukurlarından bir çukurdur.” buyurarak, kabir hayatının varlığını ve nasıl olacağını bize haber veriyor.

    İmanlı bir insan iyileşmeyen bir hastalıktan ölürse şehittir. Böyle şehitlere manevi şehit diyoruz. Şehitler ise kabir hayatında serbest dolaşırlar. Kendilerinin öldüğünü bilmezler. Sanki yaşadıklarını zannederler. Sadece daha mükemmel bir hayat yaşadıklarını bilirler. Peygamberimiz, “Şehit ölüm acısını hissetmez.” buyurur.

    Kur’an-ı Kerim de şehitlerin ölmediği bildirilir. Yani kendilerinin öldüğünün farkında değillerdir. Mesela iki adam düşünün. Rüyada çok güzel bir bahçede beraber bulunuyorlar. Biri rüya olduğunu bilir. Diğeri ise rüya olduğunun farkında değil. Hangisi daha mükemmel lezzet alır? Elbetteki rüya olduğunu bilmeyen. Rüya olduğunu bilen, şimdi uyanırsam şu lezzet kaçacak diye düşünür. Diğeri ise tam ve gerçek lezzet alır.

    İşte normal ölüler, öldüklerinin farkında olduğu için lezzetleri eksiktir. Halbuki şehitler öldüklerini bilmediğinden aldıkları lezzet tamdır.

    İmanlı ölen ve kabir azabı görmeyen insanların ruhları serbest dolaşır. Bu sebeple pek çok yere gidip gelebilirler. Bir anda çok yerde bulunabilirler. Aramızda dolaşmaları mümkündür. Hatta şehitlerin efendisi Hz. Hamza pek çok insana yardım bile etmiştir, ve halada yardım ettiği insanlar vardır.

    Ruhlar aleminden anne karnına gelen insanlar, oradan dünyaya doğarlar. Burada buluşup görüşürler. Aynen bunun gibi bu dünyadaki insanlar da, ölüm ile öbür tarafa doğarlar ve orada dolaşırlar. Nasıl ki buradan öbür tarafa gideni uğurluyoruz. Kabir tarafından da buradan gidenleri karşılayanlar var. İnşallah bizleri de başta Peygamberimiz olmak üzere, bütün sevdiklerimiz orada karşılarlar. Yeter ki bizler Allah’a gerçek kul olalım.

    Yeni doğan çocuğu burada karşıladığımız gibi, buradan öbür tarafa giden bizleri de inşallah dostlarımız karşılayacaktır. Bunun şartı Allah’a iman, O’na ve Peygamberine uymak ve iman ile ölmektir.
    -Paylaşım yapmadan önce Forum Kurallarını Okuyunuz.

  12. #9
    sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2006
    Nerden
    Unkown
    Yaş
    37
    Mesajlar
    18.395
    Post Thanks / Like
    Teşekkür
    254
    Thanked 25.680 Times in 4.219 Posts
    Tecrübe Puanı
    24632
    Soru
    İnsanın kabre defninden sonra ruhunun iade edileceği söyleniyor. Fakat bazı durumlarda ceset yanıyor, parçalanıyor, kayboluyor. O zaman durum nasıl oluyor azap goren ruhsa neden geri ruhun kabirle iliskisi oluyor?

    Cevabımız

    Değerli Kardeşimiz;

    Kabirdeki azap ve nimet ruhla bedenin her iki­sine birlikte olacaktır. Bu görüş. Ehli Sünnetin ve müslümanların çoğunluğunun görüşüdür. Aslında nasslann zahirinden de bu anlaşılmaktadır ve akılla bu nasslan tevil etmeye de lüzum yoktur. 1 Çünkü tevil ancak za­hirini almak ve anlamak mümkün olmadığı ve tevil ge­rektirecek bir sebep bulunduğu zaman yapılır. Kabirdeki azap ve nimetin ruhla birlikte cesede de tattırılması, yani hem ruhî hem de bedenî olması ise aslmda müm­kün olan şeylerdendir ve bunda hiçbir imkânsızlık yoktur.

    Ölünün bedeninin azap veya nimetten hissedar ol­masını imkansız görenler, bunun iki yönden imkânsız olduğunu söylemektedirler: Birincisi, ölünün cesedenin çoğu kez ölümle birlikte veya toprakta çürümesiyle orta­dan kalktığını ve tam olarak mevcut olmayan bir bün­yeye hayat verilip de, azap veya nimet tattırılmasının imkânsızlığını sanmaları. İkincisi ise, Ölüde hiçbir nimet yada azap eserini göremeyişleri ve çoğu kez bir ta­butla veya dar bir lahde defnedilen ölünün, hadislerde bildirildiği gibi, oturmasını...falan imkânsız saymaları.

    Bunların bu itirazlarını sıralayan Teftazânî, kabir hayatı hakkında zikredilenlerin hiçbirinin diğer hari­kulade şeyler gibi, imkân dairesi haricinde ve imkânsız olmadıklarını, doğru sözlü Peygamber bunları haber verdiği için de tasdik etmelerinin gerekli olduğunu be­lirtmektedir. Ve insanın, azap ve nimetten etkilenmesi için bütün vücudunun sağ-sâlim kabirde bulunmasının şart olmadığını, Allah isterse yırtıcı hayvanın karnın­daki parçalara bile bu azap ve nimeti tattırabileceğini, veya beden ortadan kalktıktan sonra insanın aslî cüzleri üzerine bu azap veya nimetin devam edeceğini söylemekte; Allah'ın her şeye kadir olduğunu kabul edenlerin, O'nun lahdi veya tabutu genişletmesinde de hiçbir imkânsızlık görmemeleri gerektiğini belirtmek­tedir. İnsanın bütün bu olanları görememesi de, reddet­mesini gerektirmez. Çünkü Allah Tealâ, bazı şeyleri, hikmetine binaen insanlardan saklı tutmuştur. 2

    Bazı hadis-i şeriflerde suâl esnasında ruhun be­dene iade edildiği zikredilmektedir. 3 Âlimlerden bir kısmı, suâlden sonra ruhun tekrar Cennet veya Cehen-nem'deki yerine döneceğini belirtirken 4 Eş'arî ve Matüridîlerin çoğu, Allah'ın ölünün cesedinde azabın acısını duyacak veya nimetin lezzetini tadacak kadar bir hayat yaratacağını söyleyip ruhun cesede iadesi hususunda bir şey söylemekten çekinmişlerdir, ölünün bu kadar bir hayat için ruhunun cesedine tam olarak iade­sinin gerekmeyeceğini, bunun ancak kudret ve ihtiyarî fiillerin de bulunduğu tam bir hayatta gerekli olacağını söyleyen âlimlerimiz, bunu kalp sektesi geçiren adamın durumuna benzetmektedirler. Nasıl ki kalp sektesi geçiren bir adam -aslında diri olduğu halde- kudreti ve fiilleri olmadığı için, biz onun diriliğini bilemiyorsak, aynı şekilde kabirdeki ölünün hayatım da bilemeyiz. 5 Bunu Peygamber efendimiz (S), kendisinde ruh ol­madığı halde bir dişin ağrımasına benzetmiştir. Kendi­sine gelen bir adam: "İçinde ruh olmadığı halde, et ka­birde nasıl bir acı duyar?" diye sorunca Rasulullah (S): "İçinde ruh olmadığı halde dişin ağrıdığı gibi." cevabını vermiştir. 6 Rasulullah (S) bu cevabı ile nasıl ki ruhsuz sandığın diş ağrı ve acı duyuyorsa, ruhsuz sandığın ceset de, ruhla irtibatı dolayısıyla, acı ve ağrı duyar, demek is­temiş, illa da ruhun cesede girmesinin şart olmadığına işaret etmiştir. 7 Burada o, adamın bedenin azap duy­masına olan inancını tenkid etmemiş, tasdik etmiştir ki, bu da ruhla birlikte bedenin de kabirde azap duya­cağına delildir.

    Peygamber efendemiz (S) in Bedir Savaşı'nda öldü­rülen müşriklerin dolduruldukları kuyunun başına gele­rek oradan onlara: "Rabbinizin size vadettiği (azabı) ger­çek olarak buldunuz mu?" diye hitab etmesi de 8 cesetle ruhun birlikte azap gördüğüne delâlet eder. Çünkü eğer kabirdeki cesetler hiçbir şey duymayacak olsalardı Ra­sulullah onlara kuyunun başından hitabetmezdi. Kaldı ki, onun bu hareketini yadırgayıp: "Ölülere mi sesleni­yorsun, hiç ölüler duyar mı?" diyenlere: "Siz onlardan daha iyi işitmiyorsunuz, yani sizden bile iyi duyarlar." diye cevap vermiştir. 9

    Kabirdeki azap ve nimetin ruh ve cesedin ikisine birlikte olacağını belirten âlimler, ruh ve cesedin -içice olmasalar bile- aralarında bir bağlantı, bir ittisal bulu­nacağını ve böylece Cennet nimetleri içinde, yahut Siccin'de olan ruhun duyduğu zevk veya elemden bedenin de hissedar olacağım söylemişlerdir. 10 Bunu, güneşin gök yüzünde olduğu halde, dünya üzerinde ve arzda (yeryü­zünde) ışığının ve ısısının hissedilmesine benzetenler olduğu gibi, 11 uyuyan bir kimsenin uykusunda gördüğü bir rüyadan dolayı bedeniyle de acı yahut lezzet duy­masına teşbih edenler de vardır, 12 Suyûtî, kabirdeki it­tisalin uykudakinden daha kuvvetli olduğunu söylemek­tedir, 13

    Allah Tealâ dünyada herşeyin bir numunesini ya­ratmıştır ki, uyku da ölümün misâlidir. Nasıl insan, gözleri kapalı ve bütün duyuları idrakten yoksun olduğu halde rüyasında gördüğü korkulu şeylerden ötürü terler döküyor, titriyor veya gördüğü hoş bir rüyadan ötürü be­denen de lezzet duyuyorsa, aynı şekilde ölünün göreceği azap yahut nimetten bedeni de etkilenecektir. Azap acı duymak olduktan sonra bunun uykuda, yahut uyanık­ken olması arasında fark var mı? İsterse vücudunda onun izleri kalmasın.

    Yine ruh ile bir ilgisi bulunduktan ve onunla bir­likte azap veya nimeti hissettikten sonra, beden ister et olsun, ister kemik, isterse de toprak. Ne fark eder ki...

    Âlimlerimizden bazıları, kabirdeki bu ittisalin, bedenin tek çürûmeyen parçası olan kuyruk sokumu ke­miğine, 14 ya da insanın doğumundan ölümüne kadar değişmeyip daima aynı kalan aslî parçalara 15 olacağı­nı söylerler. Böylece cesedi ortadan kalkmış olanların azap veya nimeti hissetmesi imkân dahiline girmiş olur, imkânsız olduğunu söyleyenlerin itirazları da ortadan kalkar.

    Zaten kabirde bizzat azap veya nimeti tadacak olan ruhtur. Beden onun vasıtasıyla azabın acısını ya­hut nimetin lezzetini duyacaktır. Bu sebeple mü'minlerin ruhları Cennet'te bizzat lezzetlenirken, meselâ Üçler Mezarlığındaki aslî parçalarıyla olan ilgileri sebebiyle beden de Cennet nimetleriyle lezzet duyar. Kâfirlerin de aynı şekilde ruhlarının çektiği azaptan bedenleri de elem duyar. İşte bu sebeple mü'minin kabri Cennet bah­çelerinden bir bahçe, kâfirinki de Cehennem çukurla­rından bir çukur olur. 16

    Böylece berzahtakilerin İlliyyûn'da veya Siccin'de olduklarını bildiren haberlerle kabirlerinde olduk­larını bildiren haberlerin arası bulunmuş olur ki, ölü­nün cesedi ne şekilde ve nerede bulunursa bulunsun bu ilgi devam eder. Allah Tealâ da, ölünün cesedi her ne şekle girmiş olursa olsun, onda azabın acasını yahut nimetin lezzetini idrak edecek kadar hayatı yaratmağa kadir olduktan sonra -ki nimetlendirmek veya demlen­dirmek istediği kimse için Allah'ın hayat verdiğine Ebu'l-Mu'in en-Nesefi, şehitler hakkındaki âyet-i keri­meleri (Bakara, 2/154 ve Âl-i İmrân, 3/169-170) delil ge­tirir 17 cesedin de ruhla birlikte azap görmesi nasıl im­kansız olur ki... Akıl bunu imkânsız görmediği gibi, na­kilde de olacağı haber verilmiştir. O halde inanmamak ve kabul etmemek için bir sebep-var mı? 18

    Kabirdeki ölüde azap veya nimetin eserinin görülmeyişine gelince: Önce şunu bilmeliyiz ki, dünya ile âhi-ret âlemi birbirinden çok farklıdır. Ve biz ancak dünya ölçülerine göre duyu organlarımızın algılama alanına giren şeyleri algılayabiliriz. Tıpkı bir radarın, görüş açı­sına giren cisimleri haber vermesi gibi. Biz dünyadaki varlıkların bile pek çoğunu, duyu organlarımızın algı­lama alanlarına girmediği, yahut algılayabilmemiz için gerekli şartlar mevcut olmadığı için algılayamazken, nasıl olur da dünya ötesi âlemi algılamaya kalkışırız. Yahut algılamayamadık diye inkâr ederiz? Bu tıpkı yanımızda uyuyup da rüya gören bir kimsenin gördüğü rüyayı -biz bir şey görmedik- diye inkâr etmemize benzer ki, bu ne kadar gülünç ise, kabir âleminde olanları göremiyoruz, duyamıyoruz diye inkâr edenlerin hali de en az o kadar gülünçtür.

    Araştırıcı Lincoln Bernett: "İnsanın, kendisini çevreleyen gerçeklerden algılayabildiği (idrak edebil­diği), duyu organlarının güçsüzlüğü nedeniyle sınırlıdır. İnsanın gözü daha duyarlı olsa, meselâ X ışınlarının dalgalarını fark edebilse, yeryüzü kendisine şimdiki gördüğünden bambaşka şekilde görünürdü." demiştir.19

    Peygamberimiz (S) ashabıyla birlikteyken ona Cebrail (As) geliyor ve vahiy getiriyordu. Yanındakiler hiç biz görmedik diye Cebrail'in geldiğini ve vahiy getir­diğini inkâr ediyorlar mıydı? Eğer öyle deselerdi, kendi­leri de peygamber olmayı istiyorlar demek olmaz mıydı? Çünkü Cebrail (As) ı görmek ve duymak peygamberlere mahsustur.

    "Duyu organları yoluyla insanın bilgisi, ışık hızıy­la sınırlı ve bağlıdır. Işık hızına eşit veya ondan üstün hızla hareket eden cisim insanoğluna göre hiçtir. Fakat bundan, böylesi hızla hareket eden varlık, yaratık ve diğer âlemlerin yokluğu veya bulunamayacağı anlamı çıkmamaktadır.” 20 Aksi halde göremiyorum diye in­kâr etmek, körün güneş ışığım veya sağırın bülbül sesini inkâr etmesi gibi olur.

    Öyleyse -bütün sem'iyyât konularında olduğu gibi-kabir hayatı ve kabirdeki azap veya nimetin keyfiyeti hususunda da akıllı insana yakışan, o âlemi Allah'ın lütfuyla bizzat idrak etmiş olan Peygamberimiz (S) in haber verdiklerini olduğu gibi kabul etmek, üzerinde faz­la kafa yormamak, hele inkâra hiç kalkışmamaktır.

    1) el- Bûtî, ag.e, s. 334.

    2) Taftazânî, a.g.e, c. II, s. 163.

    3) Ebu Davud, Sünen, Sünnet, 27, c. IV, s. 239-240.

    4) Suyûtî, Ş. Sudur, v. 55 b; İskilipli Atıf Hoca, Mir'atü'l-islâm, s. 183-184.

    5) Taftazânî. a.g.e, c. II» s. 163; Kemal b. Ebî Şerif, a.g.e, s. 231; en-Nesefi, Ebu'1-Muîn, a.g.e, v. 284 b.

    6) Ebû Şekûr es-Sâlimî. a.g.e, v. 146 b; Kemal b. Ebi Şerif, a. g. e. s. 232; el-Harpûü, Abdullatif, Tenkîhül-Kelâm. s. 325.

    7) Kemal b. Ebî Şerif. a.g.e. s. 232.

    8) Buhâri, Sahih, Cenâiz, 85, c. II, s. 101.

    9) Aynı eser. a. yer.

    10) Suyûtî, B. el-Keîb, v. 149 b; Rodosîzâde, a.g.e. v. 66 b; M. b. Ahmet b. Mes'ud, a. g. e, v. 440 b; S. Sabık a-g-e, s. 237.

    11) M. b. A. b. Mes'ud, ag.e, v. 441 a; Z. Kasım el-Hanefi, a.g.e, s. 232-233.

    12) Aynı eserler ve : Gazzâlî, K Akâid, v. 19 a; Gazzâlî, el-Aki-detü'l-Kudsiyye, s. 31-32; İsmail Hakkı, Mevâidu'l-En'am.s.133.

    13) Suyûtî, B. el-Keîb, v. 149 b.

    14) Bu husustaki hadisler için bkz. Buhârî, Sahih, Tefsir. ZümerSuresinin tefsiri, 3, c. VI, s. 34; İbn Mâce, Sünen, Zühd, 32, c. II, s. 1425; el-Cisr, Hüseyin Ef. Rlsâl'i Hamidiyye Tere. s. 354, dn.

    15) lbnu'l-Homâm, a.g.e, s. 214-215.

    16) İskilipli Atıf Hoca, a.g.e, s. 182-183.

    17) en-Nesefi, Ebu'l-Mu'in, a.g.e, v. 284 b.

    18) el-Lukânî, a.g.e, s. 222.

    19).Yusuf Mürüvve, Tere. Recep Çalı, İzafiyet Teorisi ve Kur­an İlkeleri, s. 45, Ankara, 1979.

    20) A b. Hanbel, Müsned, c. VI, s. 55, 98; Suyûtî, Ş. Sudur, v. 177 a; Rodosîzâde, a.g.e, v. 73 a; Hasan el-Idvî, a.g.e, s. 30, Mısır, 1316
    -Paylaşım yapmadan önce Forum Kurallarını Okuyunuz.

  13. #10
    sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 taninmis sohret sahibi uye sanko86 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2006
    Nerden
    Unkown
    Yaş
    37
    Mesajlar
    18.395
    Post Thanks / Like
    Teşekkür
    254
    Thanked 25.680 Times in 4.219 Posts
    Tecrübe Puanı
    24632
    Soru
    3000 yıl önce ölen kişi kıyamete kadar kabir azabı yada lütfuyla karşılaşacak. ya kıyamet anında ölen kişi ne olacak o kabir azabını falan görmeyecek mi? Birde kabir azabının cehennemden farkı nedir? Kabir sorgusu ile kıyametten sonraki sorgu arasında ki fark nedir?

    Cevabımız

    Değerli Kardeşimiz;

    1- Kabir azabı peygamberimizin bildirdiğine göre günahkar müminler ile kafir olarak ölenler içindir.

    2- İster mümin ister kafir olsun, başına ne gelirse günahlarının affına sebep olacaktır. Bela, musibet, hastalık, sıkıntı gibi şeyler insanların günahlarının hafiflemesine sebep olmaktadır.

    Bir mümin bu dünyada günahkar olarak yaşar, fakat başına gelen musibetler onun günahlarının azalmasına sebep olacaktır. Kabir de çektiği azaplar da yine günahlarına kefaret olup onları siler.

    Aynen bunun gibi Allah adili mutlak olduğu için kafir kullarının başına gelen musibetler de cehennemdeki azaplarının azalmasına sebep saymaktadır. Aynı günahı işleyen ve kafir olan iki kişiden biri musibete uğrasa diğeri uğramasa, musibete uğrayanın azabı diğerine göre hafifleyecektir.

    Kafir cehennemde sonsuza dek kalacağı için cennete giremeyecek, ama ister bu dünyada isterse kabir de çektiği sıkıntı ve azaplardan dolayı cehennemdeki azabının şiddeti hafifleyecektir.

    Bu sebeple kabir de çok kalıp çok azap çeken, az kalıp az azap çekene göre daha kötü olmayacaktır. Belki de ahirette bu durumunu öğrenince çok memnun olacaktır.

    3- İnsanların hayatı ve geçirdiği zaman birimleri aynı değildir. Mesela, birkaç dakikalık rüyada günler, aylar ve yıllar geçmiş gibi geliyor. Bazen de yeni yatıp kalkmış gibi bir gecenin nasıl geçtiğini fark edemiyoruz.

    Bunun gibi kabre erken giren bir insan, Ahirette yeni kalkmış gibi olabilir. Bir diğeri ise birkaç sene kabir de kalır, ama binler sene kalmış gibi azap çekebilir.

    İşte kabre erken veya geç gitmek kişiye, günahına ve durumuna göre değişebilir. Allah orada da uyku ve rüyada olduğu gibi bir durum yaratabilir.

    4- Azabın şiddeti değişik olabilir. Bir volt ile milyon voltun derecesi bir olmadığı gibi, mum ateşiyle güneş ateşi de bir değildir. Kabirde de herkesin durumuna göre ayrı ve çeşitli azaplar olabilir. Kabire geç giden birisi çok kısa zamanda şiddetli azap ile, erken giden birisi kadar ceza çekebilir.
    -Paylaşım yapmadan önce Forum Kurallarını Okuyunuz.

+ Konu Cevaplama Paneli
Sayfa 1 Toplam 13 Sayfadan
1 2 3 11 ... SonuncuSonuncu

Thread Information

Users Browsing this Thread

There are currently 2 users browsing this thread. (0 members and 2 guests)

     

Bookmarks

Yetkileriniz

  • You may not post new threads
  • You may not post replies
  • You may not post attachments
  • You may not edit your posts
TOPlist TopSat.Org