Ülke çapında birlik beraberliğimizi, sevgi saygımızı pekiştiren sünnet âdetlerimizden biri de karşılıklı misafir olma ve misafir ağırlama anlayışımızdır. İnanmış insanlar evlerine hem misafir alırlar hem de dost ve yakınlarına misafir olurlar. Böylelikle aradaki dostluklar tazelenir, sevgi, saygı kuvvetlenir. Yabancılaşma kalkar, yakınlaşma başlar...
Misafirliğin dostluk ve kardeşliğimizi pekiştirici bu özellik ve güzelliğinden dolayıdır ki; Efendimiz (sas) Hazretleri, misafirliğin önemine dikkatimizi çekmiştir:

- Sofranın en hayırlısı, içine en çok misafir eli uzanan sofradır.

- Yemeğinizi imanlı insanlar yesin. Ve yine buyurmuş ki:

- Misafire kolayca hazırlayabileceğinizi ikram edin, israfa girip de misafirliği zorlaştırmayın!..

Demek ki Efendimiz (sas) Hazretleri misafirliği, birlik beraberliği pekiştiren özellik ve güzelliğe de sahip kutsal bir görev olarak görüyor, Müslümanların misafirliğe gidip gelmelerini tembih ve hatta tavsiye ediyor; bir şartla ki, misafirlikte israfa girilmesin, evdeki imkânlar zorlanmasın. Misafir de, ev sahibi de rahatsızlık duymasın.

Nitekim israflı misafirliğin dostluğu zayıflattığını anlatan Fudayl bin İyaz der ki:

- Dostların birbirlerinden uzaklaşmaları, misafir ağırlamakta imkânlarını aşan külfete girmelerindendir. Çünkü gelen misafir, bir sürü masrafa sebep olduğunu anlayınca ikinci defa gelme cesaretini bulamıyor. Külfete giren ev sahibi de bir daha misafir kabul etme arzusunu izhar edemiyor. Böylece israflı ikramlar yüzünden dostluk ve kardeşliğimizi pekiştiren misafirlik âdetimiz de kaybolmaya yüz tutuyor...

İmam-ı Gazali Hz., masraflı misafirliğin dostluğa zarar verdiğini anlatırken der ki:

- Bir zat, misafir gittiği dostunun bir sürü külfete girdiğini görünce demiş ki: Dostum, ya şu külfeti kaldır aradan ya da bu ülfeti... Unutma ki, sen külfeti kaldırmazsan külfet senin ülfetini kaldırır, bir daha kolayca gelip gidemez oluruz birbirimize.

Bundan dolayı Hz. Ali (ra), kendisini misafirliğe davet eden bir dostuna önce şart koşmuş:

- Ben geleceğim diye evde olmayanı hazırlama külfetine girmeyeceksin.

- Evde olanlardan da çoluk çocuğun rızkını sofraya doldurup onları mahrum bırakmayacaksın. Bu şartla gelirim misafirliğe.

Bu konuda en çarpıcı misali Halife Hazreti Ömer vermiştir. Bir gün dostu Ahnef bin Kays, kendisine misafir olarak gelmişti. Sofrada tek çeşit yemek görünce merakını yenemeyip sordu:

- Halife olduktan sonra da mı tek çeşit yemek? Halifenin cevabı kesindi:

- Evet dedi, halife olduktan sonra da tek çeşit yemek. Çünkü dedi, benim örnek aldığım halife de tek çeşit yemekle yetiniyordu. Onun örnek aldığı Allah Resulü de tek çeşit yemekle örnek oluyordu. Bizler örneklerini şaşırmayanlardanız. Sözlerine şunu da ekledi:

- Ey Ahnef, unutma dedi, sofradaki helal ise hesabı var, haram ise azabı var; ve yine unutma ki, şu anda bu tek çeşit yemeği de bulamayanlar var!

Bir gün yoksul sahabi Cabir bin Abdullah'a misafir geldi. O da evinde bulunan ekmekle sirkeyi koydu sofraya. Misafirine de şöyle özür beyan etti:

- Şayet Resulullah'ın razı olacağını düşünseydim başka şeyler de bulup hazırlardım. Ama olmayanı ikram etmekten men edildiğimizi düşünmekteyim. Senin de öyle düşündüğünü biliyor, bu yüzden rahat ediyorum...

İşte misafirliği böyle anladıklarından dolayıdır ki; sahabeler arasında misafirlik ileri seviyede gelişmişti. Ne ev sahibi misafir ağırlamakta zorlanıyor ne de misafir, gelmekten endişe duyuyordu. Çünkü iki taraf da biliyordu ki, misafirin hayırlısı, ev sahibinin imkânlarını zorlamayandır. Ev sahibinin hayırlısı da misafir için israfa girmeyen, israflı misafir ağırlama örneği vermeyendir.

ALINTIDIR
Ahmet ŞAHİN
03 Mart 2010, Çarşamba
ULUSAL GAZETE